Upload
others
View
2
Download
1
Embed Size (px)
Citation preview
MİLLÎ KÜLTÜR YAYINLARI D İ N Î K Ü L T Ü R S E R İ S İ , Nr . Ol
N A M I K K E M A L
' RENAN MÜDÂFAANÂMESÎ
(İSLÂMİYET ve MAÂRİF)
Y A Y I N L A Y A N :
ORD. PROF. M. FUAD KÖPRÜLÜ
A N K A R A — 1 9 6 2
MİLLÎ KÜLTÜR YAYINLARI D İ N İ K Ü L T Ü * / S E R İ S İ , Nr .
, GiiVen Matbaası — 1962, ANKARA
N A M I K K E M A L
: ’ r e n a n MÜDAFAANAMESİ
. (İSLÂMİYET ve MAÂRİF) ,
Y A Y I N L A Y A N :.... ■■■■■■ \ . , .v I , •
ORD. PROF. M. FUAD KÖPRÜLÜ
‘ • ■ ' ' \ ' A N K A R A — 1 9 6 2
İ Ç İ N D E K İ L E R
Sahile
ÖNSÖZ ........................ ........................................ 7RENAN MÜDÂFAANÂMESİ ....... ...................... 9LÜGATLER .i..:........................................... ......... 63
Ö N S Ö Z
İkinci Meşrutiyetin ilânından son a, Namık K e/ mal ailesi, bütün memleket ırçünevverlerinisn arjpıl - nna uyarak, Namık Kemal’in o zamana kadar basılmış veya , basılmamış bütün eserlerini bir külliyât şeklinde neşretmeğe başladılar. KuHiyât-ı Kemal’in Birinci Tertibi’nıin ilk sayısını, o zamana kadar hiç basılmamış olan Renan Müdâf aanâmesi teşkil ediyordu. Üzerinde; «Fransa Akademisi âzasından mjite» veffa E r n e s t R e n a n tarafından İslâmiyet’in gûya mâhî-i terakkıyat ve mânimi maârif olduğuna dâir îrad edilmiş olan bir hitâbeye karşı berâhîn-i katıayı câmi‘ reddiyyedir ki şân-ı celîl-i İslâmiyet’i delâil-i münevvere-i şer‘iyye ve mantıkıyye ile bihakkın î‘lâ eder.» fıkrası ıbulunan ve îstasbüTda M^h- mud Bey Matbaasında 13 6 (1910)’da basılan ort!a boyda 56 sayfalık bu eser az zamanda tükendi. Basımı ve tertibi hiç de dikkatli ve i‘tinâlı4 olmayan bu «eserin, bu yeni neşri, ilk basımla ölçülemeyecek kadar mükemmeldir; ilk basımda bulunmayan lügatçe, ve bâzı küçük ilâveler sayesinde,' (herkesin bundanH kolaylıkla faydalanması da te’min edilmiştir. -
Namık Kemal, bu eseri, mektuplarından birindş ifade ettiği gib âdeta bir ibadet jhükmüınde olarak , hazırlamış, yanında lüzumu kadar kitabı bulumpta dığı cihetle sadece eski malûmatınla dayanmış, eserin,, metninde itirâf ettiğim veçhile, Renan’ı kendi sözleri;
nıüî<i»ıiaaz iîftcMeti ve feenk kitaplarından. aldığı malûmat il teoJcM etmiştir; kendisi bu eserini ya- îarken o kadar meinnundur ki, «Onu, gönlümün is- te^ğî gibi tepeliyorum!» demekte hiç bir mahzur
i g<jpwüyor; bununla beraber,- bu devre âdt mektuplar rıttda uzun uzun bahsettiği bu 6ser hakkında, ottu
1 softradan, fikirlerim oldukça değiştirmiş görüyoruz."i Renan’m <bıi meşhur konferansı, başta tanınmış'
' -İslâm mütefekkiri Ş e y Ih C e m â l e d d i n - i E f g a n î olarak, muhtelif İslâm müellifleri taralından tenkid ve tahlil edilmiştir. Öyle görünüyor ki, Namık Kemal- kendisinin bu-risalesinden önce yapılmış olan bu neşriyattan galiba habersiz kalmıştır. Bu sıralarda, muhtelif İslâm memleketlerinde, İslâm dini aleyhinde Garplı muharrirler tarafından yapılan bâzı tenkîdlere karşı müdâfaanâmeler yazıldığını bildiğimiz işin, Nâmık Kemal’in de, bu küçük fakat çok dikkate değer eseri ile bu cereyana kapıl-
, dığını anlıyoruz. f" ‘ 'Buradan yirmibeş-yıl önce, Kenan Müdâfaariâ-
mer.i’niaı bu yeni nSeşrini hazırlarken, büyük vatan . şâiri Namık Kemal’in İslâmiyet hakkmdaki birtakım
fikirleri ve JEmest Renan’ın konferansı hakkmdaki muhtelif tenkîdlerî içine alan büyük bir başlangıç da vücûde getirmiştik. O zamândanberi yaptığımız ye-
' /itli tetİdMer ile de genişleyen bu başlangıcı yakında ■ Namık Kemal ve İslâmiyet adiyle neşretmek ümi- . dindeyiz.
Ankara - Ekim, 1982 Ord. Prof. Dr. M. FUAD KÖPRÜLÜ
. .'t , ■ ■ ■■ N A M I K K E M A L
R E N A N M Ü D Â F A A N Â M E S ' t
«Fransa Akademisi âzasından müteveffa E r n e s t R en a te tarafından İslâmiyet’in gûya mâ- hî-i terakkıyat ve mâni4! maârif olduğıina dâir îfad edilmiş olan bir hitâbeye karşı berâhin-i katı- ayı câmi* reddiyyedir ki şân-ı ce- UM İslâmiyet’i delâil-i münevve- re-i şer'iyye vje mantıkıyye ile bihakkın î‘lâ eder.»
. \ ■ r
RENAN m ü d a fa a n a m es i
Fransız erfcâb-ı kaleminden M , E r n e s t B e n a n ’m îrad ve (neşrettiği İ s l â m i y e t ve M a â r î f unvanlı bir hutbe, hayli zamandanberi gazetelere sermâye-i bahs olmaktadır.
Aynı, daha yeni elime geçti. Hutbe k ı s a îbir- şey ise de, mündericâtı birkaçyüz cild kitap ile cerh olunmağa müsâid bulunduğu için, mutâlearpı yaz- riiakla, söylenilmiş şeyleıi tekrar etmek tarz-i bîhu- de-pûyânesini iltizam etmiş ölamıyacağımdan eminim.
İslâmiyet’in maarife m J n i* değil, bilakis m ü r e b b i olduğunu isbat için, yanımda lüzûm\ı kadar kitap mevcut olmadığına teessüf ederim. Mamafih, S a h i b - i h u t b e , kendi dâvasının b u t l a n ’ma yine kendi sözlerinde o kadar çok d e l i l cem’etmiştir ki, şu cevabı yazabilmek için b â ş k a k i t a p l a r a müracaat mecbûriyeti s a- K ıt hükmüne girmiştir. i
Mekalenin tedkîkme girişmeden evvel, kailin m e ş r e b ve m e z h e b i n i öğrenmek, ileridfc
îrad' <Aunacak istidlalâtın siihûletle fehmine yardım > -;«d^ce£i içki, tescüme j. halini birkaç satır ile telhis ediyorum. : * ' r. '
'• y.1'" / ' " A . =. .■ M -v- ^ ■■Şimdi altmış yaşına vâsıl olmuş olan M. E r -
‘ tt e s t R e n a n çocukluğunda- âilesi tarafından papas mektebine verilmiş idi. Mebâdî-i tahsilde gösterdiği ıkabiliyyet üzerine hocalan tarafındaki Akaid-i Nasrâniyye ile iştigale sevkDİiündu. M . R e n a n işte- o zaman elsine ve hikmet derslerinden zevk alarak, İbranî ve Arabi ve Süryânî’yi tahsil eylemiştir1; fakat, hürriyet-i efkârı* papaslığa* tevâfuk edemediği için, o sınıfı terk ile keridi kendine tahsile başladı. Sonraları -hikmet ve Elsine-i Sâmiye2 imtihanlarına girerek b ir i n c i m ü k â f a t ı kazandı. ‘ ^
Fransa E ne ü m ' en- i M a a r i f ’i tarafından edebiyata müteallik bir hizmet için İtatya’ya gönderilmekle, oralarda cem* edebildiği tahkikatı 1 b n ü ’ r - Rü ş d ’e dâir hir kitap şekline ifrağ etmiştir. Bundan sonra Fransa’nın M i l l e t K ü t ü p h a n e s i hizmetine ve arıımüteâkıb En c ü - m e n - i M a a r i f -âzâlığına nasbolunmuş ve yiaıe Ulûma müteallik bir hizmet <ile Suriye’ye gitmiştir.
E m e s t R e n a n ’ın en ziyade diağdağa-nü*- mâ-yı iştihâr plan eseri T t e r c ü m e - i h â l - i İ s â üınıvaniyle yazdığı kitaptır. Bunun tedkîk ve
^İŞ,'* . RENAN MÜDÂFAANÂMESt |
. V‘
1 İbrani ve Süryâni’ye olan vukufunun derecesini bilemeyiz; fakat Arabi bilmediğine, kendi risâlesindea birçok delil göstereceğiz. , ^
^ 3 E v 1 â d u S â m ’m tekellüm ettiği lisanlara denilir.
cerhine dâir yazılan kitaplar, risaleler bir yere top* lansa, a y r ı c a b i r küt ûbbâne' t eşekkül eder. Papaşlar tarafından bu kitap hakkında vuku* bulan tâ‘rîzât-ı şedîdenin netâyicinden olarak, kendisi, me‘mur olduğu Lisan-ı İbranî hocalığından infisâl etmiştir.
Tercüme4 (halinden daha ziyade bahse hacet göremedim. Çünıtyi bu hülâsa, M . E e n a n ’ı, papas- lar ve husûsiyle Engizisyon tarafından Avrupa’da a- sırlarca icra olunan taaddiyât-ı mel‘ûneyi muâhaze ede ede, her fenalığı dinin te’sîrâtıria hamletmek is- tiyen ve her, dîni bin meziyyette kıyas eden g u - l â t - ı m ü n k i r i n ’den olduğunu göstermeğe kifayet eder.
Şimdi, s â h i b - i h u t b e ’nin bu m e z - h e b ’ine, bahsettiği mes’eleden tamâmdyle c e h a l e t i ilâve olunur ise, makalesinin ne kadar saçma birşey olması lâzım geleceğine zihinde bir ilm-i icmali hâsıl edilebilir.
M . E r n e s t R e n a n elsine-i Şarkıyye’de fihâta-i külliyesi itibariyle Fransa E n c ü m e n - i d â n i ş ’inin âzâlığj gibi menî'ü’l-vüsûl bir mevkii hâiz iken, İslâmiyet bahsinde c e h â l . e t i n i iddia ettiğim garib görünmesin.
Yalnız E r n e s t R e n a n değil, Avrupa’da Ulûm-ı Şarkıyye’ye intisab ile mârûf olanların Diyâ- net-i İslâmiyye mebhasinde z i h i n l e r e h a y r e t v e r e c e k k a d a r c â h i l olduklarını pek kolaıy isbat edebilirim. ,
Birçok seneler İstanbul’da oturmuş ve Arabî ve Farsî’den başka - o iki lisana müftekır'olması ve ka-
, REN AN MÜDÂFAANÂMESİ • , • v . İS
14 •- REN AN MÜDÂFAANÂMEStir S ( 'vâidinin lâyıkiyl© mazjbut 'bulunamaması cihetleriyle^- bir ecnebiye göre tâhsîü elsine i islâmiyyenin kâf- fesinden müşfcil görünen Türkçe'de oldukça güzel yakacak kadar mv e h a r e t kesbeimiş olan T â * X i h - i O s m a n i sahibi H a m m e r * bile, Diyânet-i Islâmiyye mebhasine atf-ı mekal edirv ce, Şark’a dâir bir kitap*okumıyan eefielpîler kadar ye fakat anlardan daha garib bir v u k u f s u z l u k gösterir; " • ,
Tarih’inden onuncu cildin dörtyüzüncü ve yüz- birinoi sahifelerinde şu fıkraya dikkat buyurulsun :
«Ahkâm- 1 İslâmiyet’e göre ztihr namazı* şemsin nok- ta-i zevâle geldiği zaman kılınmaz, ancakyb£r - iki dakika sonra edâ olunur. Çünki ehâdîs-i enbiyâya itimat olunur ise hergün sâat-i zevâlde Şeytan güneşi iki. (boynuzunun arasına alarak Sultanü’l-avâlim’in tacı olmak itibariyle nahvetkârâne başına giyer, fakat Allahii Ekber gadasını işitt ği gibi bırakır. Devlet-i Aliyye müverrihleri, igte bu suretle « S u l;t a n M u r a d - ı R â b i ‘ ve S u l t a n İ b r ah i m zamanlariyle S u 14; a n M e h - m e d - ( i ; R â b i ‘in devr-i sebâvetindş hırs ve seîâhefc ve isyan ve mefsedet şeyâtîni semtü’r-re’s-i zevâle vâsıl olmuşlar idi» demişlerdir.»
Millet-i Muhammediyye’ye müntaikıl olan ehâ- dîs-i enbiyâda bu itikadı ima eSer harf-i vâhid var mıdır? Zaten dühûl-i vakitten evvel salâvat-i hams’- in hiçbirim edâ etmek câiz olamaz; zevâlde ise vakt-ı
1 Bu t a r i h onsekiz' cild üzerine matbu olarak S a l t a n a t . ı O s m a n i y y e ’nin zuhûrundan başlar; Kaynarca muahedesi’nde hitam bulur. Bir hayli ağrâz ve hatiât ve birtakım, yanlış muhâkemât ile şâibe- dâr olmakla beraber, vuku’ât-ı dâhiliyye Ve hususiyle mü- nasebât-ı hâriciVyece birçok tafsilâtı hâvi olduğundan, milletin tarihini bilenlere, tezVîd-i mâlûıpât için mirtale- ası lâzım bir eserdir. "
KENAN MÜDÂFAANÂMESİ 1&
SPuhr henüz dahil olmadığı için tabiî namaz kılınmaz, H a m m e r *in, adî bir çömeze de sorsa bu hakikati öğrenmeğe muktedir iken, kim bilir kimden işittiği: bir maskaralığı kavâid-ı râsiha-i dinden addetmesi, k a v â i d - i i s l â m i y y e y e c e h a l e t ’iıt müntehây-i dereeâtı değildir de nedir? Boynuzlu Şeytan bâzı kiliselerde gömülüyor ise de, İslâm kitaplarının hangisinde Şeytan’a öyle İ>ir hayvan şekli verildiği görülmüştür? *
Hayır! «Üç. padişahın zamanında hırs ve sefâ- het ve isyan ve mefsedet şeyâtîni semtü’r-reVi zevale vâsıl; olmuşlar idi» diyen hiçbir Osmaıilı müverrihi yoktur. Hattâ ıbârede mânâ bulunamıyor ki, bir Osmanlı, müverrihine isnadı câiz olabilsin. Velev biri öyle bir hezeyan söylemiş olsa bile; bu ifâde, Islâm arasında Şeytan’m zevâl vakti güneşi boy- ttuzlariyle tutup da faşına giydiğine dâir bir itikat meveut olduğunu îcab etmez.
Ahvâl-i islâmiyye’deû Avrupa’yı haberdâr etmeğe herkesten ziyade muvaffâk olmakla mâruf olan ve Ş a r k K ü t ü p h a n e s i ilamındaki eseri hâlâ Avrupa’da Elsine-i Şarkıyye ve Maârif-i Islâjniyye ile meşgûl olanları?! en büyük mercilerden bulunan meşShur D ' H e rb e<L o t bu kitabının El-Kur’ân ünvanlı mekalesinde şır fıkrayı yazar : ,
«peygamberlerine pereştiş eden (!) Muıhammedîler bu Kitab’ı (yâni Kur’âtt-ı Kerim’i) pek ilâ ederler. Zîrâ dereler ki, Kur’âıv ibtlda-yı hilkatte levh-i takdir-i ilâhî’den tefrik edilerek/felek-i sevâbitin zerinde bulunan yedi kat göklerin birinde emaneten hıfzolunmuş .Ve birinci mertebedeki melâikten olan Cibril’in kendi eliyle o gökten Hazret-i Muhammet’e (Sallâllaİıu Aleyhi^ ve sellen ) sûre be-sûre getirilmiştir.»
1« RENAN MÜDÂFAANÂMESt"•J ' ' ■ ' ' ■ • ( , ' ' .
. TâMf iktiza etmez ki, böyle,bir söz söylemiş,, böyle itikada zçhip olmuş h i ç b i r m ü ş l ü m a n yoktur. Avrupa’da birtakım eshâb-ı himmet, meselâ «a küçük böceklerin cinsini tefrik ve envaını tâyin gibi şeylere sarf-ı öanr ederek sa*y kuvvetiyle hayâl y e hâtıra gelmez 'bunca keşfiyyât vücûde getiriyor; bunlardan binlerce eshâb-ı fikir ve hüner ise Elsiae-i şarkiyye ile uğraşıp duruyor da, bmüçyiiz seneden»- beri kürenin pek büyük hirkısmını ihata etmiş bir milletin, elde yüzbinlerce te’lîfâtı tedâvül edip dururken, d i n l e r i n i n h a k i k a t i Avrupa’ya hu {tadar meçhûl kalıyor! Bu hâl şa y â n - ı t a - sl c cü b değil mjidir? - -
Evet, şayân-ı taaccübdür; fakat esbâbl da mey- ; danda görünüyor.
Bu babda olan mutâleamı beyan edeyim : Mâ- lûn^dur ki, Avrupa’da Diyânet-iı İslâmiyye’nin tedki-: İriyle Uğraşanlar, ya Hıristiyanlık’a mu'tekıddir, ya d e ğ i l d i r . Eğer Hıristiyanlık’a mu‘tekıd ise, fikr-i aslîsi ibu tedkîkatm tecrid-i nefs ve iıltizâm-i ı Hak ile icrâsma mâni oluyor. * J
Bizlerce Hıristiyanlık edyân-ı mensûhâ’dan. ol- duğundan, ulemâ-yı islâmiyyeden biri akaid-i Nas- j Tâniyyeyi tedkik edecek olur ise, icihât-ı mensûhası- ■ nın, yâni Diyânet-i Muhammediyye’ye tevâfuk etmi-» yen mesâilinin zâhire ihracı için taharrîyâtmı pefeî fcîtarafâne, pek haıkayık - cûyâne icrâ edebilir. Hâljı buiki Diyânet-i tslâmiyye H vr i s-t i y a n 1 a r .imim zarında • ilâhı- olmadığı için, - ulemâ-yı tyasrânjyyetiiij din-i İslâm için icra ettikleri tahkikat 'dâ, papaalaa| «İlerine geçen 'kitapta m a h a l 1 * i t a ‘ r î z a | r a m a k t a n ibarettir.
«ENAN MÜDÂFAANÂMESİ 17
Mu'tekıd olmayanlara gelince, - Avrupa’ca da mübâlât*ı dittiyye ile me'lûf olmıyanlann hemen kâffesi,umûm edyâna, efkâr-ı beşerin en ağır zıncîr-i «esareti, terakkıyat-ı ma'rifetin en kuvvetli sedd-i hâili nazariyle bakmaktadırlar. >.
îşte bu1 filerin intişârından dolayıdır ki, anların din-i İslâm' içim icra ettikleri tahkikat da, papasl r
.gibi, ellerine geçen kitapta m a 'h a 11- i t a ’ r î z -aramaktır. Zaten bir dinin ilâht olmadığına hükmetmek hürmet ve ciddiyetini izale edeceğinden, (hâşâ) .zevzeklik belki iğfâlât nazariyle bakılan birşeyin mâ- hiyyetini cidden tahkik için, binde bir saihib-i sabr uzun uzadı tekelİüf ihtiyâr etme?. ■
Bunlardan başka, Avrupalılar’ın bir garip îti- iadları vardır fei, o itikadın bir cüz’ünü M . B e - a a n , cevabiyle meşgûl olduğum risâle’sinin tercümesini zîrde naklettiğim fıkrasında pek güzel hür lâsa etmiştir : . ' , ' ' '
«Bir İslâm çocuğu on - oniki yaşıfıa do§ru umûr~ı |di- niyyesinin tahsiline başlayınca, o zamana kadar oldukça
. müteyakkız iken birdenbire mutaassıb olur ve .hakikat i mücerrede zannettiği şeye temellükten dolayı bir nahvet-i «tye^âne ile mâlârrtâl olarak, hadd-i zatında şâirlerin mâ-
) 'dûnunda bulunan bu hâlden dolayı bir imtiyaza' mâlik İmiş gibi kendini bahtiyar bilir. B û g u r û r - ı m-e c -
l ' & û n â n e , . İşlâm’m e n e sas 1 ı sey^iesidir.»Bunlar, İslâm’ı, kendisine şâir milletlerden hü-
ı ;yttk nazariyle bakar zannederler de, kaziyyenin ak- ,a(ini iltizam ederek, kendilieri İslâm’â. sair mllletİer-
küçük nazariyle bakarlar. Böyle küçük bir kavilinin akaidine ise zanlarınca ehemmiyet vermek il-
mâlâyelzem kabîlindşn olacağı1 için, Şark’a BlUteallik mesâil ile uğraşanların en çoğu, Biyânet-i
I* RENAN MÜDÂFAANÂMEStİ'y r ! '■?■.•''■' ....-o . /. ./
tslâöıiyye’yi de, bâzı akvâm-ı vahşiyyenin mezâhibi: gibi, \ e § İ e n c'e* ,k a b î 1 i n d e n olarak tahkik- «djeMfer. ’ -<
Şayân-.ı dikkat ,<bjr cihet dâha vardır ki, gerek; kavâid’in vüs’at ve suûbeti ve gerek yazı’mn hâli cihetiyle, bir ecnebi için Elsin e-i Şarkıyye’de meharefc îîâsıl etmekes‘ab-ı umûr addolunabilir. Bir derecedir ki, Avrupa’da, L i s a n - ı O s m a n ! ’rriri allâme- lerinden mâ'dûd olan H a m m e r , t'âbîrât-ı tah- kiriyyeden ma'dûd g i di kelimesinin mânâsını an- lıyamadığmdan, serhat dilâverlerinin liekarât-ı celâ- ! detlerinden olan «Yoktur sizinle viremiz .— Eğrilik : gidi Eğrili» beytindeki gidi lâfzını « h i r r e .» mâ- nâsma ol&n kedi zannetmiş de Tarih’inde o mânâ ile* tercüme Eylemiştir.
Lisân-i Arab’da i h â t a - i k-'ü 11 i y y e (!> ile müstehir olan M . R e n a n da, bu risâlesinde v feylesof lâfzını Arablar’m kesr-i £&’ ye imâ- ;le-fi yâ ve siikûn-ı lâm ile telâffuz eylediklerinden, böhsediyor! Elsine-i islâmiyye’ye merak eden Avru- / ■palılar’ıh birtakımı, h e r . k a v m i n k a i d e- , k i t a p 1 a r ı ’ndan öğrenemedikleri lisanları, baş kalanha kolaylıkla öğretmek için, kendi kendilerine* /* kaide kitapları tertip ediyorlar; birtakımı, bu kitap- J lan, okumakla istedikleri lisanı öğrenmiş olmak îti- ’ kadında bulunuyorlar; . öğrendikleri, öğrettikleri,.1 şeyler ise 0 kadar gariptir ki, BariS’teş ikeri bir Türk-i çe ders*4 âmmında bolundum, hocanın takririnde»1.? bir kelime ahlamağa muktedir olamadım. Arada üç:- dört Türkî edat işitmetniş olsa idim, hiç bilmediğittil hir lisan tedris olunuyor zannetmekte ma'zur ölur-lj dum. i
RENAN MÜDÂFAANÂMESİ 19
Bundan başka, Avrupalılar’ın İslâmiyet’e dair yazdıkları mesâilde y a r ı m â l i m l i ğ e de bir büyük hisse ifraz etmek lâzım gelir. Mâlûmât-ı sat- hiyy«f eshâhına göre, okuduğu kitaplarda, anlayamadığı mebahise, velev ne kadar muvafık-ı hakikat olsa, gevezelik nazariyle bakmak tabiî «değil inidir?
Şimdi bir Avrupalı, mâhiyyet ve meziyyetini anlamak senelerce ta‘mik-ı fikre muhtaç olan Diyânet-i celîle-i Muhammediyye’yi hürriyetti efkâra hâil ve terakkî-i medeniyete mâni bilerek pîş-i nazara alır, bu fikrin netâyicinden olarak, tahkikatını, zorla, m u ‘ t e k a d â t - ı g a y r - ı m a 1 k û 1 e tehar- risine hasreder; tesadüf ettiği her mes’eleye, hâşâ mine’t-teşbih, ,guyâ Z u 1 u h a 1 k ı ’nm. mezhebiyle uğraşır kadar sathî bir imâle-i nigâhı zihninde hâsıl edeceği fikir için kâfî görür de, tevaiggulünün mevkûfün-aleyhi olan elsineye intisabı da daha ke- lime’lerini doğru telâffuz edemiyeeek derecede bulunur ise, yazacağı şeylerin hezeyandan başka birşey olabilmesi 'aklen kabil midir?
Şu hakikâti de söyleyim": Avrupa’da Elsine-i İs* lâmiyye’den bir veya birkaçına gerçekte intisab et* liıiş hiç kimse y o k t u r d e n i l e m e z ; fakat, bu muvaffakiyeti hâiz olan eshâb-ı imtiyaz - Şark’l bilmek ve herkese bildimiek dâiyesinde bulunup da risale yazanların, hutbe îrad edenlerin ekseriyeti gibi - Diyânet-i İslâmiyye’niı\ terakkıyât-ı maarifçe o- lam te’sîrâtmı böyle kırk sahifeliık bir risâleçik’te muâhaze ve tedkîk edebilmek' dâiye-i hod-aiümâyâ- ftesine kalkışmaz.
İşte Şark ile uğraşan ekser Avrupalılar’ın Diyanetti îslâmiyye’ye ve 'belki İ s l â m ’ ı n e k s e r a h v â l i n e bütiİn bütün vukufsuzlukları • n e t ü r l ü esıb'âb t a n münbais olduğu, yukarıdaki izaihattan anlaşıldı. İM . K e n a n ’ında İslâmiyet mesailinoe, ö esbaba! mağlûp olan mâlûmât-ı kâzibe ve tahkikat-ı nakısa eshâbından olduğu pîş-i nazardan ayrılmasın.
Gerek kaijin' gerek akranının mahiyyetlerini tâyiın için daiha ziyade,söz söylemeğe ihtiyaç kalmar mıştır zannederim. Binaenaleyh risâle’nin m ü i| - d e r ic ât ın â atf-ı mekal ediyorum. v ^
M . R e n a n ’ın Risâle’siıni görmeden, bu kadar az lâkırdıya o kadar /çok hatâ sığabileceğini me’- mûl etmezdim, Baihsettiğim hatîâtı birer birer ta‘- dâcl edeyim. , .
S a h i b - i h u t b e , «akvâmm bir hüviyette kalmadığına dâir? Iherkesin bildiği bir hakikati yeni keşfolunmuş bi|r serîre-i hikmet gibi muk^ddi- me-i mekal 'ederek A r a b m a â r i f i , A r a b m e d e n i y e t i , | r a b h i k me t i Ve ^ r a b s a n a y i i , UlûaH^-ı I s j â m i y y e , Me de - n i y y e t - i İ s l a m i y ye tâbirlerinde mevcut iltibas*! k a l d ı r f a ı a k istediğinden bahsediyor; Kendi rivâyetinçe, bu iltibas, zihinlerde birtakım gayr-ı vazıh mutâlealar (hâsıl etmekte ve o gayr-ı vâ- zıih mutâlealar ise birtakım yanlış fikirler ve hattâ fi‘ldyyatta(bile a ğ ı r a ş ı r ‘h a t â l a r tevellüdüne sebep olmakta imiş!
RENAN MÜDÂFAANÂMESİ İV
Bahsettiği tâlnrlef’de ise hiç iltibas olmadığı malûmdur. Mâmâfiih, müellif, İslâm’ın maârifini, medeniyetini, hikmetini, san‘atini bütün bütün i n k â r e d e c e k efkân istihzar için, tnebâdî-i me- kalede, yalnız t â b i r l e r d e i l t i b a s olduğunu beyan ile iıktifa ediyor. Bu iltibassan zuhûr eden gayr-ı vâzijı mütâleaların ise, birtakım y a n l ı ş f i k i r l e r , birtakım a ğ ı r y h a t â l a r tevlid ettiğine dâir bir iddia meydana koyuyor da*, dâvasına h i ç b i r d e l i l göstermiyor.
Göstermediğine de istiğrab edilmesin ki' E r * n e s t R e n i n ı meşrebinde olan Avrupa ulemâsının bize müteallik her kavli, kendilerince, her tüi> lü b u r h a n ihtiyâcından berî olan bedîhiyât-ı evveliyyeden ma‘dûddur. Bu z^vâtm1 birçoğundan, Şark’a müteallik mebâhis arasında, kavillerine delil * istenildikçe, delile bedel «ben söylüyorum» cevabını aldığıpaız pek kesîrü’l-vuku'dur.
. M . R e j ı a n , bu dâvâ-yı mücerredesini mü- teâkıb şöyle bir iddia daha meydana koyuyor :
«Zamanlımızın ahvâlinden biraz mâlûmâtı olan zevâ- tm k|ffesi, memâlik-i islâmiyyenin t e d e n n i y y â t - ı h â i ı r ş ’siyle, tahsil ve terbiyelerini mücerred İslâmiyet’ten istinbat eden akvâmm kabiliyyât-ı zihniyyece h i ç^h ü k m ü n d e lckığunu vâzıhan müşahede etmektedirler. Şark ve Afrika taraflarında olanlar, bir müV min-i sahihin fikrini tahdid eden ve başını ihâta ile fü- nûna dâima m e s d û d ve bırşey öğrenmek veya bir fikr-i cedide açılabilmek İcabiliyyekinden m a h r u m eyleyen bir nevi d e m i r d â i r e içinde mahsurdurlar,» ' /
; •’ İslâm’ı, idrâk Ve ma'rifetçe, Çin’de a t e ş e , lİjind’de h a y v a n â/t ’ a ibadet eden, arâzî-i meç- hûliede, Cezâyir-i Bahr-i Muhît’te insan yiyen ebnâ- yı cinsimizden, de dşlha aşağı görmek» dâvasında delil göstermeğe lüzpm görmeyen M R e n a n için ^abildir; fakat, bu saçma sözlere okuyanların itimadını me’mul ederse, şöhret-i ma'rifetine pek sade - dilâne bir itmi’nan göstermiş olur.
Acâyib şey! Meğer tslâm olduğumuz için başımızın' etrafına bir d e m i r h a l k a geçirilmiş, o halka havass-ı bâtınâmızı her türlü ulûma, her türlü tahsile, her türlü efkâr-ı cedîdeye m e s d û d tutarmış da bi im ‘hâlâ haberimiz yok! ^
İslâm’ın, mekteb bulabildikleri yerlerde, vesâit-i tahsilde mevcut olari' bin türlü noksan ile, o mekteplere devam eden milel-i saire talebesine dâima|t e - f e v v ult edegeldiklerini M . R en a n nasıl i n~ k â r edebilir? Yok^a, dâvasına delirgöstermemek şanından olduğu gibi, muarız tarafından gösterilen delili kabul etmemek de iihtiyâr eylediği t a r z - ı m ü n â; z a r a "iktizasından mıdır?
Rısâle’sinden anlaşılan ve aşağıca mevzû-ı bahis edilecek olan fikrine bakılırsa, t a b î i y â t ve r i y â z i y â t ’a müınte ib olan, İslâm’a, bieyyfhâlin, m ü b â l â t - j ^d î n i y y e c i e n m ü t e b e r r î nazarıyla bakacaktır. Mamafih, biraz kendileriyle bahsetse, o Müslümanlar’ı herkesten ziyade diyânet-i râsiha’ya mâlik bulur. Çünki fünûn-ı riyâziyye ve tabîiyy e ile iştigal eden Muhammedüer, o f ü n û -
& RENAN MÜDÂFAANÂMESt
3RENAN MİİDÂFAANÂMESİ1 , M. " i > \
muıi mebâhisinde ••?<$& «jr*fNjve . *. M jJ*- jfkâl*' gitai âyât-ı kerimeye (1) Jb e d İh i -
y â t ’tarı ( b u r k an la r görürler de î m an - H a r ı n d a bir kat daha r ü s û h hâsıl ederler;
, M\ R en a n~’m bâlâda bâhsolunan ve «bir İslâm çocuğu» terkibiyle ibtida ederek «en esaslı sey- yi’esidir» sözlerime hitam bul#n fıkrası, bu ibâresiniL tâkib etmiştir. M , . ? r n e s t - R e n a n ’ın o id- «diasın da cevapsız bırakmıyalım :
, Acaba ' is â h i, b - i hu t b e: ’nin îtilkadıhca, dillini edyân-ı sâirecten, milletini . diğer' s milletlerden *t-ş r e I bılmök yalnız M ü s l ü m a - n l a r ’ a mı münhasırdır? Hıristiyanlıkla, Yahudilik’e, Ateşpeu restlik’e, Pütperestlik’e itikad edenlerin, kendi dinîmi başka dinlerden, k6ndi milletini başka ^illetlerden . a ş a ğ ı veya ânlara m ü s â v î tuttuklarım iddia etmek kabiî midir? Elbette, değildir, ya, ıtika-
-dmca dîn-i haİck’a tâbi olduğu için kâvmini akvâm-ı. dâireden ş e r î f addetmek, neden dolayı/İslâm’a .göre sâır milletlerin * d un unda k a l ma ğ ı mû- *cib olsun da, Hmstiyanlar’a, Yahudilşr’e filânlara rgöre obuasın? « İ s l â m i y e t ’ i n ma â’ r i f ç e t ^ ’ s î r â t ı » kadar îaütı i,m bir me$’ele;bu türlü - i s t i d l a l l e r l e > mi hallolunacak!...
(1) Burada zikredilen âyât-4 kerimenin tamâmının, -meâlleri :* .
Birinci âyet (Yâsin Sûresi, Âyet 38) : «Güneş de kıem-*di mustakarrinda (mahrekinde) devr ve hareket eder. Bu, azîz ye alîm olaıi Allah’ın, takdiridir
İkinci âyet (Etı-Nebe* Sûresi, Âyet 14) : «O sıkıbly^ğdırıcı bulutlardan bol böl ajkıcı bir su üızâl eyledik.»
* Üçüncü âyet <Şn-Nebe’ Sûresi, Âyet 8) : «Sizi çift «Çift (Erkekli, dişili) yarattık.»
' REN AN MÜDÂFAANÂMESfc• . • \ . ■ "
îr# t» -i fb -- • f , a M k- a 1 e ffder M--:' " ' s. ' «JÖhİ-i İslâm’a, a‘müî-1 diniyyesinin sadeliği, edyân-n şiire hakkında pek de haklı addohınamıyacak bil* fikr-fc tahkir ilka eder.» ; : *
M . R en an bilmezseeshâfo-ı vukûfa lâyıkıy- la malumdur ki, ehil-i İslâm* a‘mâl-1 (fiıuyyesindn sar- deliğini, suûbestini hiçbir vakit düşünmemiştir ve- düşünmez. Sair edyâma da hiçbir mûsMmiJl nazar-r tahkir ile bâkiığıybfetur. Şâir dinler kütüb-i semâ- vlyye’ye müstenid ise, anlar İslâm indinde m u - h a k k a r değil m e n s u h Hür. Etiyle yaptığt sanem’e kendini halk etmiş zanniyie tapuıanlairin* mezâhibi kabilinden olan mu‘tekadât-ı bâtılaya iser Müslümanlar da, Hıristiyattlar da, Yahucüler de, dinsizler de yalnız, n a z a r - 1 t a h k î r ile değil, tabiî, . n a z a r - ı t e z y î f- ile bakarlar.
Hiçbir -dine mensup olmayan M . R fe n a n> için, Hmstiyanlâr’iin, Yahudüer’in İslâmiyet’i e d - y â n - ı s a hi âı * ’dâîı addetmemesi ma'zûr tutulduğu hâlde, İslâm’ın HıriStiyarilık’ı-, Yahudilik’fc m e n s û h bilmesi, aeaba nasıl iüedâr-ı ta'rîz olabilir? Putperest’lere, ateşperest'lere- dâir e h İ - £ k it a fe ’ın umûmiyle"beraber, hattâ d i n s i z l e - r ’ e dahi şâmiİ olan bir fikirden' dolayı da M R enya n yalnız M ü»£ l ü m a n l a r ’ı muâteb tutamaz zannederini. S â h i b - i m e k a l e ’nin te- vehhümüne göre ’ eh-1 - i i s l â m , Cenâb-ı Hak ikbâl ve-kuvveti - meziyyet-i zâtiyye kaydından vareste olarak - kime irâde buyurursa ana ihsan eder İtikadında bulunduklanyçün, t e r b i, y e ' v er ma *r i f e t ’e-ve Avrupa fikrini tpşkil eden her tür- İ& ni e z i y y e t ’e Müslümanlar K e m a 1 - i . h a>.
k a r e t ’lebakarlar imiş! Mu‘td-d hakikînin iüsar1 iuju her türlü 'kayıd ve vesileden vareste bilmek,: yanlış bir itikad mıdır? H a t î b - i ş e h î r dün-'- •yada ikbâle, kudrete mâlik olanlardan kâffesinin- ma'rifet ve meziyyet eshâbmdart olduğunu ve her ma mfet ve m^dyyet eshâbının bir mevki-i ikbâl ve'1 kuvvete geldiğini iıddiae’debiliir ise, eshâb4ı mütâlea- yı bu dâvasına ikna* için, tarilh-i insân'iyeti* hem Jö- tabhânelerden, hem-fikirlerden bütün bütün kaldır-
I 1 ■ ■■ . - , ,
mak da| kifayet etmez : Muasırların hâlini de biribi- rinden setretmeğe bir çare bulmak lâzım gelir! >
Bir de, İslâm’ın bu îtikadda bulunması,' maârife niçin nazar-ı tahkir ile bakmasını icab etsin? İlim,.. mıücerred kudret ve ikbâle nâil olmak için mi tahsil
v ölünür? ■ •. ıM . K e n a n ’ın mensub olduğu Fransa kavmi
içinde zâdegândan olmadıkça bir mevki-i kudret ve- ikbâle nâil olmak muhâl derecesinde müşkil olduğu zaıhahlar, sunûf-ı ma'rifetle tahliyemi nefs etmiş olan- D e s ç a r t e s ’lar, P a s c a l ’lar, ne türlü kudret ve ikbâle nâil olmak iıçinxçalı§mışlar idi? C o - p e î n i c Lehistan’da kırallığa, G a 1 i 1 e e Ro- ma’da papalığa intitiab olunmak için mi maârife bezl-i vücûd etmişlerdi?
Ma‘xifet bir nâzenîn-i dilrübâdır ki, mübtelâla- rı yalnız neyl-d visâliyçün ifnâ-yı ömr eder. İlmi ve- sîle-i istifade etmek için istihsâle çalışanların, hiçbir vakit, mâlûmâtca bir mevki-i,imtiyaz ve kemâle vâsıl olduğu bilinemez.
Bu dfelâil-i akliyyeye de: hâcet yok. İsbât-ı hakikate fi‘liyyât kâfidir. Eğer İslâm maârife rlazar-F tahkir ile bakmış olsaydı, içlerinde bir âlim1 zuhûrt
RENAN MÜDÂFAANÂMESt 2S
RENAN MÜDÂF A ANÂM ESİr ' • | *• , '
etmezdi. M . R e n im , İslâm'dan âlini zuhûr et- memiştir diyecekse tfcpyan eylesin'de ana göre bahsedelim. M . E r n e s t R e n a n gittikçe tuhaflaşıyor, dikkat buyurulsun. .
Yukarıda beyan olunduğu üzre İslam’ın terbiye ve maarif ete ve Avrupa fikrini teşkil ^den her türlü me;siyyete faemâl-i hakaretle baktığını beyan ettikten sonra der ki :
«îtikad-ı İslâm \le telkih olunmuş olan bu ceriha a kadar kuvvetlidir ki, her nçvi, kavmiyyet ve milliyet mu- bayenetleri yalnız kabûLi islâm) ile mahvolur. Berber, Sudanlı, Çerkeş, Efganlı, Mal ez, Mısırlı, Nube gibi akvam, bir kerre Müslüman olunca, artık Berber, Mısırlı, Sudanlı değl, yalnız M ü s 1 ü m a n ’dır.»
Mukaddime île neticenin cihet-i istilzâmmı keş- fedebilenlere bir büyük mükafat verilse şâyestedir!
Ne olmuş? İslâm heftürlü ikbâl ve kuvveti Mu‘tî-i hakikî’den bilirmiş, binaenaleyh terbiye ve marifete nazar-1 tahkir ile bakar imiş ve binaenaleyh bu cerihanın te’sîriyle herkim M ü s lü m an
olur ise kavmiyyetini kaybeder, yalnız. M ü s lii - m a n kalırmış! - ; • . , , '
Şimdi, maârife n^zar-ı tahkir ile bakmakla, Müslüman olanların kavmiyyetini kaybetmesi mes*- elelerinin biribirine münâsebeti var mıdır? Müellif geçinen bir adam için, hutbe îrad ederken değil, belki sayıklarken bile., (bu kadar saçma, söylemek ayıp olur.
Tarihçe musibettir, ki, düvel-i, îslâmiyye arasında zuhûr eden birtakım ihtilâfât' üzerine İslâmiyet’e dâhil olan akvamın hemen kâffesi, k a v m i y y e - t i n i m u h a f a z a edebilmiştir. Yalnız, hangisi* ne sorulsa, İ s l â m sıfatını, meselâ. Çerkeş veya
Efgan unvanıma takdim eder ki,-»bu tercîfhj şâire mutekıdleritıce d ıhi câridir. , - ^
Fakat ş â hifb - i h u t b e ’ye şurasını .mAt edelim ki, İslâmiyetıbirçok ka v m i y y . e t l er in m a h v i n e sebep olup da ebnây-ı beşerin mevâni-i itilâfından birini mümkün mertebe t a k 1 i l etmiş olsaydı, fil r-i hîkmetçe takdir olunamıyacak bir hâl mi hıjdûs etmiş olurdu?
Yine sâhilb-i mekale der ki :«Bu Hâlden yalnız İ r a n müstesna olarak fikr-i
mahsûsunu/muhâfaza edebilmiştir. Çünki İ r a n , İslâm arasında bir mevki-i mahsûs ihraz etmiştir. İ r a n l I l a r Müslümanlıktan birkaç kat ziyade şî*î’dir.»
Müslümanlıktan ziyade Şî‘îyyet ne demek oluyor? Müslüman, olmadık şî‘î de mi varmış! Bu türlü bâzîce-i elfâza bâzı letâif-i edebiyyede cevaz olabilir; fakat ciddî, bir esere mânâsız söz karıştırmakta bir * münâsebet yoktur.
M . R e n a n , ŞHy^et’i İran’a mahsus -bir mezheb ve o husûsiyyeti de 1 r a n 11 1 a r ’m İslâm -arasında bir mevkı-i mahsûs ihraz etmesine sebep gösteriyor! îsîâm’m tarihine vâkıf olsaydı, Şî‘îlik’in Memâlikri İslâmiyye’de dolaşmadığı» bir cihet"ve dâ- nil olmadığı bir l avim kalmadığını öğrenmiş olurdu : -
Mâlûmdur ki, . Ş î ‘ î 1 i k ’in İran’da bütün bütün takarrürü, daha üç as r r l ı k bir mes’eledir; tekarrür edinceye kadar fr a n l ı l a r ’dan yüzbin- lercesinin ikanı döküldüğü de tarih ile müsbettir; İslâm mülkünün bir hayli taraflarında İran’dan birkaç asır evvel o mezhebe sülük ederek Ş î ‘ i y y e t ’i bu zamana kadar muhafaza etmiş kavimler de bulunur.
*ENÂN MÜDÂFAANÂMESt
28 , KENAN MÜDÂFA ANÂMESt
, ‘ Bu bedahetlere karşı, t r a n 1 1 1 â r % îslâm içinde kendilerine ayn Ibir mevki iihrâz etmiş, Müs- lümanlık’tan ziyade Şî‘îyyet’e mâit bir kavim itibar etaıek caıiz ise, ne diyelim?
M . R e n a n bü kadar garibeler meydana koyduktan sonra, istikbâle husûl-i emniyet için mâ- zîye atf-ı nigâ'h edip de: «Şimdi (zanriınca) bu derece tedeımî etmiş olan m e d e n i y y e t - i t s 1 â ~ m i y y e bir zaman pek p a r l a k idi; bu kadar âlimler, hakimler yetiştirdi; asırlarca Çarp’taki Hıristiyanlık âleminin hocası oldu; bir hâl ki, bir zaman vücûde gelmiştir, bundan son a niçin gelemezsin» diyenlerin fikrim de beğenmiyerek ve «Benim de asıl bahsedeceğim, bu noktadır» diyerek, «Sahî- han u l û m - ı î s 1 â m i y y e , veya hiç olmazsa, îslârn tarafından k a b û İ v e m ü s â a d e y e m az h a r o l m u ş 'bir i l i m var mıydı ?> mes’elesini meydana koyuyor. Mes’elenin haili için söze başladığı sırada üç asır kadar bir müddette Memâlik-i İslâmiyye'de pek müm(taz âlimler, hakimler mevcut olduğunu ve o zamanlar c i h â n - ı î s~. 1 â m i y e t , marifetçe H ı r i s t i y a n l ı k âle m i n e m ü r e c c a h bulunduğunu itiraf eyledikten sonra, bu delâlilin, birtakım yanlış neticeler tevellüd edebilmek için, lâyıkiyle tahlil edilmesine ve btınun için de Şark’ın tarih-i medeniyyetini asır be- aşır tetebbü* ederek Islâm’ın o rüchân-ı muvakkatini istihzar eden eczâ-yı müteaıevvi‘anm hissesi tefrik olunmasına lüzum gösteriyor. îşte arzu ettiği tâlhlite şu sözlerle başlıyor
«İlim ve hikmete en ziyade b i g â n e bir zaman var ise, (birkaç asırlar imtidad eden ve A raplar’m vicda-
RENAN MÜDÂFAANÂMESİI - ■ ■ \: ■ ■■ . // 29
nını tevhidin turûk-ı mütenevviası arasında mütereddid bırakan, cmünâzaât-ı mesohebiyyenin neticesi olatı î s 1 â - m i y e t 'in b i r i n c i as r ı ’dır.»
■Ne buyurursunuz, kable’l-İslâm Arablar beyninde «tevhidin turûk-ı mütenevviasmdan mütehad- dis mücadeleler» de var imiş! İslâm’ın birinci asrından birkaç asır evvel Arabistan’da T e v h î d - i B â r î itikadının mevcut olduğuna ve hattâ bundan dolayı kafoâil arasında m ü c a d e l e l e r , m u - h a r e ' b e l e r bile vuku* bulduğuna dâir M . K e n a n ’m keşfedip de meydana koyduğu hakikati - şimdiye kadar hiçbir kitapta görülmediği, hiçbir delili de olmadığıyçün - k e n d i s i n d e n ' baş k a dünyada kimse kabul edemez.
Asr-ı evvelde İslâm arasında i l i m "münteşir değil imiş; eğer ilimden murad yalnız r i y â z i y â t ve t a b î i y â t ise, filhakika değildi. Fa^at bundan İslâmiyet’in mânimi maârif olması mı iktiza ^der? Dîn-i Muhammedi, münteşir olduğu yerlerde halkı â»l im bulmuş da cehl’e mi şevketmiş?
Hikmet bahsine gelince : M , Renan eshâb-ı kirâmın kelimâtım câmi< olan kitapları, hiç olmazsa N e h i c ü ’ l - B eTl â g a ’yı görmüş olsa idi, kolaylıkla böyle bir iddiayavkıyam edemezdi, sanırım.
S. â h i b - i m e k a 1 e , bu iddiasını müteâkip hiç muktezâ-yı makama münâsebeti olmadığı hâlde, biraz da B e d e v i l e r ’in şairliklerini ve fakat âlim olmadıklarını beyan ettikten ve H a z r e t - i Ö m e r (Radiya’llahu anh)’in İskenderiye Kitabhâ- nesi’ni ihrak ettirmediğini itiraf ile beraber, dünyada galibiyetine ( hizmet ettikleri kavâid-i celılenin hâşâ efkârın tahamyât-ı âlımâne ve mesâî-i müte-
' / ' ;■ ■ ■ '' \ • . ' i:- nevviaşını hayap edegeldiğine dâir bir hezeyan dahafırlattıktan sonra, şu fıkraları söylemeğe başlar :
«750 tarih-i mîlâdisne doğru İran tefevvuk edip de  l - i A b b â s ’m B e n î Ü m e y y e ’ye galebesini istihsâl edince, her hâl tebeddül eyledi, İslâm’ın merkezi Şat ve Furat araşma intikal etti; orası ise Şark’m gördük ğu en parlak medeniyetlerden birinin âsâr-ı bâkıyesiyle mâlâırfâl 4di. Bu da İran’ın D e v l e t - i S â s â n i y y e medeniyetidir ki, N û ş î r v â n devrinde merkez-i kemâle vâsıl olmuştu. Oralarda sanâyi‘, a‘sâr- 1 adîdeden- beri teraıkkî etiiıiş îdi; H u s r e v buna bir de kemalât-* fikriyye ilâve eyledi. İstanbul’dan tardolıinmuş olan f e 1- s e f î y â t , İran’a ilticâ etti. H u s r e v , Hind’in kitablarını tercüme ettirdi; ahâlînin en kesreti* unsurunu teşkil eden H i r i s t i y a n l a r , Yunan’m ilim ve hikmet’ine vâkıf idiler; tıb bütün bütün ahların elinde idi; pâpaslar liem mantık, hertı de hendese bilirlerdi. Şıfât-ı mümeyyizesi S â s â n î 1 e r devrinden alınmış o hin Şehnâme’de, R ü s t e m ’in köprü yaptırmak istediği zaman mühendislik için bir câselîk (caslık) çağırttiğı be*: yan olunmuştur; câ^âlîk ise N a s t û r î 1 e r ’in patrik veya papaslarına ünvan olan katolikos demektir. İslamiyet’in sadme-i şedîdesi İran’ın bu güzel terâkktyatını yü£ sene kadar te’h r tettiyse dfe, A b b â s î I e r ’in tesâltü- nü, H u, s r e v z a m a n ı ’nın parlaklığını tekraı; ihya eyledi.  l - i A b b â s saltanatına, vâsıl olan inkılâbı vücûde getirenler* î r a n 1 ı rüesâmn zîr-i idaresinde bulunan İran askeri idi; D e ^ l e t - i  b b â s i y y e ’- ttih müessis: olan E »b û ? 1 - A b b â s ’ın ve husûsiyle M a i} s û r ’un etrafında bulunanlar dâima 1 r a n 14 i l 1-. Gûya ki, S â s â n I 1 e r yeniden dirilmişler i<$i; mahrem müsteşarla!:, şehzade hocaları, reîsü’l-vükelâlar* İran’ın eski hânedânlarından ve mâiûmât-ı, kâmile «esîıâ- bıhdân olan ve kavimlerinin mezhebine sâdık kalarak İslâmiyet'i hem pek geç; hem de bilâ-ka^âat kabûl eden B e r m e k;i 1 e r idi. N a s t û r î l e r de, tâhammül- i-tikac} olmıyan bu halîfeleri ihâta ederek, bir imtiyaz-ı
10 \ / - »İNAN MÜDÂFAANÂMESİ
mahfiûs olmak üzre hekim başılıH’ları hizmetini istihsâl ettiler.» ' , \
Ş â h i b - i «ı e k â 1 e ’nin bu kadar gevezeliğini, İslâmiyet’in maârife mâni olduğuna delil makamında istima* ediyoruz. İfadelerde ise öyle bir de-' lâletten eseîr olmadığı şöyle dursun, doğru-biç şey var ise, o d a H a z r e t - i Faruk, (Radiya’lla!hu aiıh) efendimizin İ s k e n d e r i y e K i t ab lıâ - n e s i ’iıi ihrak ettirdiğine dâir papaelar lisanında mevcut olan iftirâ’nın cerhinden ibarettir. Bir de, bâzı Hifistiyanlar’m Hulefâ’yı Abbâsiyye’den, birkaç zâte hekimlik ettikleri sahihtir.
'Diğer iddialara gelince: Evvelâ, merkez-i hilâ- fetin Bağdad’a naklolunması İslâmiyet’in terakkı- yât-ı medeniyyesine nasıl te’sîr hâsıl edebilirdi ki, E. R e n a n ’m İran taraflarında tevehhüm ettiği M e- d e n i y y e t - i vS âjs â n i y y e' ancak otuz - kırk yıl sürebilmiş ve İslâm’ın zuhûru üzerine bir hâl-l vukûf’a düşmüş,bir şekl-i terakkiden ibaret idi. Neden iktiza etsin ki, kavm-i neclb-i Arab daha merkez-i hükümeti Şam’da iken Y u n a n m edeni y- y e t i ’ndçn, o bin seneden ziyade bu kadar meâsir-i azîme izhar ile hikmet ve medeniyyetin âlem-i insaniyette naşir ve müessisi olmuş ve hattâ M . K e n a n ’ın kavlinee S â s â n i 1 e r ’in tferakkıyât-ı fikriyyelerini de - bunlar Kütüb-i Yunaniyye’yi tercüme ettikleri cihetle - te’min etmiş, olan M a â - r i f - i Y u n â n i y y e ’deiı ibret-bîn olmasın da, ilmin fevâidârçi M e de n i y y e t - i S â s â n î y - y e ’den, alsm? ' ' > ■
BEN AN MÜDÂFAANÂMESt „ 31
RENAN MÜDÂFAANÂMESİ
.caba İr a n ‘ m e d e n i \y y e t i ’nin Şat ve' Furat arasındaki âsâr-ı bakiyesi Y u n a r r m a â r i f i, ’rtin Şam’daki âsânndan daha ziyade mildi?
N û ş ı r v â n ye H u s r e y zamanlarında İran’ın maârifçe öyle bir mevki-i kemâle vâ ıl olduğunu istoat için, M . R e n a n ’m kavl-i mücerredinden Ibaşka bir emare göremiyoruz. Birkaç sene Yunan’m f e 1 s e £ i y â t ’mdaç istifadeetmek ve Hind’den birkaç kitap tercüme ettirmek ile birkaV- min maârifte mertebe-d kemâle vâsıl olrriası müm- kin midir?
D e v l e t - i S â s â n i y y e ’nin Ariab’a intikal edece!k kadar maârifi olduğuna M . : E r n e s t R e ıi a n İran’ınhangi müellefât-ı ilmiyye veede- \ bidesiyle hükmediyor? İ r a n ı l e r o zaman, ilim ile mütehallî idi de «kitapları nerede kaldı? Yok* sa, bunların da İ s k e n d e r i ye Ki t a ht ı â ne - s i gibi İslâm tarafından yakıldığına dâir bdr yalan dajia mı ihtira* olunacak? Âlim olan bir kavim, ken-" di efrâdmda köprüye mimarlık edecek adam bulamaz da sair milletlerin din me’murlarından mı istiâne eder?
M . R e n a n , o zamanın İrafrîler’inde' ilim ve ma‘rifet dâvâ ediyor; hâlbüki Â İ - i A b b â s - tari birinci olarak »hilâfet iddiasına kıy kin eden t İtt a m İ b r a h i m hiç de :bu îtikad#a değildi. Hattâ Horasan’daki nükabâsıha dâima : «Oralarda
- ■ ; 4 ' - ■-'■■■:..7 ■' '-.T , „ s ■ - ' ■ » ■ -
Ar ab’t an hiç kimseyi sağ bırakmayınız, ilim ve zekâları ber * veçh-i matlûb idarelerine mânidir; hâlbü* ki yerliler, cehâletleri cihetiyle hayvan gibidir, me- harlarından tutar, istediğiniz yere götürebilirsiniz» yollu emirler gönderirdi.
»ENAN MÜDÂFAANÂMESİ ' 33
Acaiba M . R e n a n , Â l - i A b b â s ’m eşnâ-yı zuhûrunda î r a n l ı l a r ’ın meziyyât-ı fikriyyece bulundukları mertebeyi m uâ s ir l a - ' t ı ’ndan daha iyi bilmek iddiasında mıdır?
De v 1 e t ; S â s â n i yy e zamanında, ahâlinin en külliyetli unsurunu teşkil eden H ır i s t i - y a n 1 a r olmak, akıl kabûl edecek hâllerden midir? Hiç o zamaıi İran’daki ahâlinin ekseriyyetı H ı- r i s t i y a n olsa idi, Hıris tiy anlık’ inen buyuk hâr mılerinden olan Ş a r k î m p a r a i o r 1 u ğ u ’na karşı D e v 1 e t - i S â s â n i y y e nasıl istiklâlini muhafaza edebilirdi?
Hânedânı kendine mensub olan B e r m e k ’m oğlu H â l i d Müslüman idi; bir hânedân içinde yalnız bir adamın kabûl-i ;din etmemesi, o hânedânın îslâmıyeti geç kabûl ettiğine mi delâlet eder? Ya hele B e r m e k î 1 e r ’in izhâr-ı Islâm etmeleri îman-ı tıakikî üzerine olmadığını M . R en a n nereden biliyor? Kendileriyle görüşüp de serâir-i kalfoiyyelerine vâkıf olmamıştır sanırım! B e r m e k î le r ’in nifak veya irtidad’a delâlet edecek (bir fiil veya kavilleri işit ilmemiş tir; hattâ îtikadlarmın fesad’ını "gösterecek hiçbir kitapta bir fikracığa bile tesadüfolunmaz; hic B e r m e k î 1 e r ’inrsû’-i itikadına ' î , ' ■ elde bir delil mevcut olsa idi, o aileyi kahrettiktensonra kendilerini halkın lisan-ı tacizinden kurtarmak için B e r m e k î l e r hakkında bin türlii.seyyiât î’lânmı mehâm-ı devletin en büyüklerindenaddeyliyen uzemây-ı devlet, B er â m i k e ’yi halkindinde merûın edecetk böyle bir hâlin neşrini onbir«asır sonra dünyaya gelecek olan M . R e n a n ’aanı bırakırlardı? j .
B e r m e k î 1 e r ’in ikbâli yalnızca H â r û nr devrinin bir cüz’üne münhasır iken, A b b â s î 1 e r’~ in asr-ı marifetinde, umûmen mahrem müsteşarlıklarını, şehzâde hocalıklarını, vezâretlerini B e r - iti e k î 1 e r ’e hasretmek pek Acemâne bir mübalağa değil midir?
M . R en a,n , E ' bû, l -ATî 'bâs S e f f â ile E (b û C a ‘ £ e "r M a n s û r ’tm da tâmmül- i‘tikad olmadıklarını iddia ediyor; zîra, mekalenirfc hern&ı her fıkrasından, İslâmiyet’e mu‘tekıd olanı bir adamın muhibb-i iljm olmasına zihnindedir türlü ihtimâl veremediği anlaşılıyor. Kur’ân-ı Kerîm’de
j ve . 1 u|çaJ Uoj T ve # m (jJj
IjIp <j JvjJ5. ve V gilbi nice âyât-ı kerîme (2) ve kütüıb-i.mu<teberede LAj,yi tfjj 'IJUJI ve jiui & j f Ulve *k>Jıl! <Jl jjı-*- ve i*il i JÜ I g ib§
bunca ehâdîs-i şerîf (3) mevcuıddur ki, cümlesi, dîneik(2) Burada zikredilen âyât-ı kerîmenin tamamının
mealleri :Birinci âyet ^Bakara Sûresi, Âyet 269) ; (Allah) hik
meti kime dilerse ona verir. Kime d£ hikmet verilirse muhakkak ki ona çok hayır verilmiştir. Bunları ancalç kâmil akıl şj&ıipleri tezekkür ve teemmül eder.»
* İkinci âyet (Lukmân Sûresi, Âyet 12) : «And olsun ki biz Lukmân’a hikmet verdik ve ‘Sana verilen hikmetten dolayı şükr et’ dedik. Kim şükr ederse kendi nefsi için şükr eder; küfrân-ı nimetde / bulunan da kendisine etmiş olur. Zira Allah ganîyy-i hamıddir.»
Üçüncü âyet (El-Mücâdile Sûres|, Âyet 11) : «Ey îman edenler, size meclislerde ‘yer açın’ denildiği zaman hemen yer verin ki Allah da size açıklık ve genişlik versin. ‘Kalkın* denilince de kalkıverm. Allah içinizde imara
İİ ' RENAN MÜDÂFAANÂMESf
â l i m i n ş e r e f i n e ve her müzminin t a İh - s î 1 - i i 1 i m v e h i k m e t l e mükellefiyetine delîl-i katadır. V ' / *
Hâl böyle iken, mu‘tekid olduğu din'tarafından tahsîl-i ilim ve hikmet’e me’mur olan bir millet ef- râdının, «mübâlât-ı diniyyeden teberrî etmedikçe ilim ve hikmete meyledemiyeceğini» iddiâ etmek, zulmetin indifamı güneşin gurûbuna mevkûf ad- deylemek kadar bedihiyyul-butlân bir maskaralık değil midir?
Farz-ı muhâl olarak tutalım (ki, S â h i b - i m e k a 1 e ’ınin tevelAıümü gibi, tâmmü’l-i’tikad o- lan Müslümaaılar’dâ h i k m e t ve m a ‘ r i f e t ’e hizmet etmiş . hiç kimse bulunmasın ve hattâ ehl-i İslam’ın ilme n a z a r - ı h a k a r e t ’le baktığı da şşıhih olsun; i l i m ve h i k iç e t ’in şerefine ve tahsilinin yücûbuna dâir bu kadar evâmir-i ilâ-etmiş olanlarla kendilerine ilim verilmiş bulunanların de-,
J recelerini artırır. Allah sizin yaptıklarmızdan haberdardır.»
Dördüncü âyet (Ezr-Zumer Sûresi, Âyet 9) : «De k i: Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?»
Beşinci âyet (fcâ-hâ Sûresi, Âyet 114) : « ‘Ey Babbim, benim ilmimi arttır" de!»
(3) Burada zikredilen ehâdîs-i şerif eden :Birincisinin meâli: «Âlimler Peygamberlerin vâris
leridir.»İkincisinin meâli: «Bir âlimin ölmesi âlemin göç
mesi gibidir.»Üçüncüsünün meâli: «Berkten mezâra kadar ilim
taleb ediniz.» (Mu’teber hadîs kitaplarında görülmemektedir.)
Dördüncüsünün meâli : «Çinde de olsa ilmi taleb e* din. Çünkü ilim talebi her müslime farzdır.»
RENAN MÜDÂFAANÂMESİ 35
36 RENAN MÜDÂFAANÂMESt
hdyye ve nebeviyye meydanda dururken, milletin o evâmire ittiba* etmemesinden dolayı, d in e b ir n a k î s a t e r e t t ü b e t m e k ihtimâli var mıdır? /
S âh i b - i m e k a 1 e , Bağdad yeniden hayat bulmağa başlamış olan İran’ın payitahtı olunca, f â t i h l e r i n l i s an ı olan Arabça’nm ortadan kaldırılmasına ve dinin bütün bütün in k â r ’ma imkân bulunmamış ise de, vücûde gelen medeniy- yet-i cedîdenin mahlût olduğunu ve A c e m 1 er le H ı Y i s t ı y a n l a r galebe eflerek idare ve husûsiyle zâbıta’mn bütün bütün H ı r i s t i y a n l a r elinde kaldığını ıddiâ eder.
Sübhânallah! Â 1 - i A b b â s Arabi’yi ortadan kaldırıp da hangi lisan ile tekellüm edecekler idi? H a l î f e - i İ s i â m olmak itibariyle dünyanın en büyük taht-ı saltanatına nâil olmuş iken, d i n i n l i s a n ı n ı ve d i n i red ve inkâr ile devletlerini esasından haraib etmeğe çare teharrîsiyle mı meşgul olacsiklar idi?
H u l e f â - y ı A b b â s i y y e ’nim vezirleri, idârenin her şûbesine müvekkel ola A me’murları, zâ- bıta nazırı bulunan sâhib-i şurta’ları, isimleriyle, ün- vanlariyle tarihlerde yazılıdır; içlerinde bdr Hıristiyan bulup da göstermeğe M . R e n a n muktedir midir? Böyle mübâhaselerde halkayık-ı târühiy- yeyi t a h r i f ile, isbat-ı müddeâ mı olunabilir?
M . E r n e s t R e n a n , H â r u n ü ’ r - R e ş ı d ile M e ’ m û n ?un da İslâmiyet’e muHe- kıd o l m a d ı k l a m n ı iddiâ ediyor; hâlbuki Hâ r û n , saltanatının ekser eyy âmmı hac ve gaza* da irnrâr etmek cihetiyle İslam indinde aizze-i ki*
RENAN MÜDÂFAANÂMESİ 37
râm’dan ma'dûddur; Me’mûn’un ise itikadında hıf- fet değil, belki taassub bulunduğunu, tâbi plduğu Mezheb-i rtizâl’in tervicinde istimal ettiği cebirler isbat eder. Mübâlât-ı diniyyesi olmayan bir hükümdar bir mezhebi terviç yolunda cebr’e müracaat etsin de ahâlînin biorçoğunu kendisinden ne sebeble tenfîr eylesin? O M e ’ m û n ’a mı bî-mezheb diyebileceğiz »ki, sâika-i îtikad ile İ m â m R i z â hazretlerini ekaribirte, evlâdına tercih ederek, kendisinden sonra velîahd eylemişti.
Yukarıda isbat olunduğu üzere S e î f â h ’m, M a n s û r *un, H â r ûn ’un ve M e - m û n ’uti mübâlât-ı dinAyyeden b e r î olmasiyle «İslâmiyet maârife mâni‘dir» dâvâsı kat‘â sabit olmak lâzım gel- mezfken, S â h i b - i m e k a 1 e ’nin dört Müslüman padişahını - gûyâ mecâlis-i mahremiyyetlerine yıllarca mülâzemet etmiş de hafâyâ-yı kalbiyyeleri- ni öğrenmiş gilbi - hizmetlerinde bulunan e kâ - b i r ’in kâff esiyle beraber dinsizlik’le itham etmek istemesi, ne garip bir hıffettir!
İşte M . E. r n e s t R e n a n , Bağdâd’daki terakkıyâtın, sırî jbu padişahlarla mukarribleri tarafından bezlolunan h i m â y e ’den ve o himâyenin ise d i n s i z l i k ’ten neş’et eylediği iddiâsında ısrar ederek, bu iddiânın akabinde dafhi vaktiyle Bağ- dâd’a Kayravân’dan s o f î bir zât gelerek orada her nevi edyân ve mezâhib esshâbından mürekkeb
. b i r e n c ü m e n - i i l/m e dâhil olmuş ve bu encümende, tslâm olmayanlardan birinin ulemâ-yı islâma karşı: «Biz buraya istidlâlât-ı akliyye üzerine bahs için geldik; bize Kur’ân ve Hadîs’ten istinbât olunmuş berâhîn îrad etmeyiniz ki, anlara îmanımız
38 RENAN MÜDÂFAANÂMESİ
y&ktur» dediğini işitmiş olduğuna dâir bir fıkra nafc* lediyor. ' \ . ' .
Şübhesizdir ki M*. R e n a n , bu hürriyet-i bahsi, mübâlât-ı diniyyeden berî zannettiği eshâb-ı hükümetin ma'kûlât - perverliğine; hamletmek ister.
Biraz insaf ile düşünülsün! Eğer tedikîkat ve mu- hâverât-ı mezihebiyyede bu hürriyet, ş e r ' an ni ü c a z olmasaydı, o asırlarda, alâ-mele’i’ri-nâs öyle a h k â m - ı d i n i y y e n i n h i l â f ı n a birtakım m ü b â h a s e l e r e c e v a z y e r me k , dünyada hiçbir hükümet için k a b i l olabilir miydi?.
M . E r n e s t R e n a n , risâle’sinin birçok sahifelerini de, t e r c ü m e ve t e ’ l i f kuvvetiyle «Arab’ın vâsıl olduğu mertebe-i marifetten» g a y e t n a k ı s /bâzı mâlûmât i'tâsıjıa hasretmiştir. Bu mebâhisin arasına da şâyân-ı dikkat bâzı fıkralar sıkıştırmıştır; meielâ Arablar h ü k e m â ’yay (yukarıda beyan olunduğu üzre) fa ve lâm’ın kesri ve ze’hin meddiyle filizüit (philisophe) ıtlak ederler imiş; bu tâbir ise zındık lâfzı kadar muhâtaralı bir ünvan olarak ekseri mevt ve işkence’yi mûcib olur imiş!
Kurûn-ı kadîme’de medeniyyetin mûcid’i addolunan Y u n a n 1 1 1 a r , hikmet’in gerçekten müridi olan S o k r a t ’ı, Tevhid-i Bârî itikadında bulunduğu için îdam ettiler .
Kurûn-ı vustâ’da ihyâ-yı medeniyyetçe pişvâ-yı akvâm olan İ t a l y a n l a r hey’et-i cedîde’yi te’- yid ve dsbat ile uğraştığı için G a 1 i 1 e e ’yi îdam etmediler ise, îdama yakın işkencelere uğrattılar. Ktırûn-ı ahîre’de hürriyet-i efkâra mehd-i zuhûr addolunan F r a n s ı z l a r , J e a n J a c q u e s
«ENAN MÜDÂFAANÂMESt %
J l o u s s e a u ’nıın kendi tarafından tabettirilmeyen Emile iinvanlı kitabını yaktırdıktan başka, kepr, «dişini de alız ve tevkif etmek istediler. ^
Bu vak'aları tarihlerde görüp duruyoruz. M * B e n a n , bize Arab’ın devr-d marifetinde «felse- iiyyât» ile uğraştığı için î d a m olunmuş veya i ş k e n e e edilmiş bir zât bulabilir mi? Kendişi- nin de bahsettiği E 1 - K i n d î ’nin, F a r â b î - 31in, İ b n - i S î n â ’nın tercume-i hâlleri, S o k - i a t ’m, G a 1 i 1 e e ’nin, R o u s s e a u ’nun sergüzeştine kıyas mı kabûl eder?
S â h i b - i m e k a 1 e > yine bu uzun ibâre- *de, E n dNül ü s l ü l e r ’in de Bağdâd’dan sonra ıtaıhsÜ-i marifete (başladıklarını söylüyor da, Endülüs hükümdâriarının, eshâb-ı nüfûzunun Bağdâd’dakiler :gibi «mübâlât-ı dîniyyeden berî» olduğunu söylemiyor. Bu şükütu, acaba, iddiasının hilâfına bin delil gösterilebileceğini bildiğinden midir? Yoksa, «Bir
?adam ki müslümandır, mâil-i maarif et olamaz» dâvâlını kendisi bir bahiste na!karât-ı mekal ettiği için, herkesçe de u l û m - ı m ü t e â r e f e jıükmüne girmiş mi kıyas eder?
M / E r n e s t R e n a n ’m tuhaf bir kavli de B i k e m i y y â t - ı A r a b ’a hakîkat-i hâlde « S âr s â n î vş Y u. nânî hikemiyyâtı» denilmek lâfçım geleceğini ve hikmet-i Yunâniyye denilse daha *doğru olacağını beyan etmesidir. M . R e n a n ihninde bir karar verse de, Arab’ın maârifine, me-
kalesinin mukaddimelerinde iddia ettiği gibi Sâsânî maârifi ünvanını mı yerecek? S â s â n î ve Y u - 3i a n maârifinin mahlûtu mudur diyecek? Sırf Yuman hikmeti nazariyle mi bakacak? Ne îtikadda bu-
RENAN MÜDÂFAANÂMESf
lunaeak ise anı beyan eylese, herkes ifâdâtmı anlamakta bu kadar suû'betlere duçar olmazdı.
Şurası câ-yi suâldir : A r a b ’ın hikmet ve ma'rifeti, gerek S â s â n î l e r ’den,gerek Y u - n â n î 1 e r ’den alınmış olsun, tamamiyle Arablar* tarafından îcad olünmadığı için Arab'ın m ek sû - b â t - ı f i k r i y y e 'sinden ma‘dûd alamayacak: mıdır? Olamayacak ise, sair kavimlerin Yunanistan’dan aldığı ilim ve hikmet’i tamamiyle Y u n a n i l i a r ’m îcad ettiğini nasıl isbat edeceğiz? Anlarında kendilerinden evvel gelen akvamdan birçok şeyler iktibas ettiğine dâir delilleriyle, • burhanlariyle meydana konulan bunca tahkikatı nasıl reddeyliye- eeğiz de o ilimlerin, o hikmetlerin nâmma Yhnatt ilim ve hikmeti diyeceğiz? Yâıhud, A r â b ’m maârifçe yalnız Y u n â n î l e r ’den aldığı şeylerle iktifa ederek, bunlara h i ç b i r ş e y i l â v e e t m e d i k l e r i mi iddia olunacak!...
M . E r n e s t Rendi n, kudret ı ma'neviy- ye, «çerâğ-ı fikr-i beşer bir ikavmin elmde söneceği Zaman, ayı ahz-ü iş‘âl edecek bir kavm-i diğer peydâ- edegeldiğinden, Arab lıuikemâsımn ahiri olan î b— n ü ’ r - R ü ş d Merâkeş’te mahzûn ve metr»k olarak vefat eylediği sıralarda, A >b e 1 a r d ^neşr-i? tedkîkata başladığını beyan ediyor.
Evvelâ, M . R e n a n , yukarıda, hikmet ve? ma'rifet «İslâm’ın iiç asrına» münhasır olduğunu iddik etmişti; şimdi ise t b n u ’ r - R ü ş d ’ü Islâm? arasında hâtime-i hukemâ olmak üzre kalbûl ediyor- A b b a s î 1 e r ’in zuhûru - ki M . ît e n a n ’ıır kendi 'ifâdesine göre A r a b l a r ’ca «hikmetin; mebdei» dir - hicretin 132’nci senesine tesadüf ederp
RENAN MÜDÂFAANÂMESİ
l b n ü ’ r - R ü ş d ise bir rîvâyette 595 ve bir rivayette 603 tarihinde vefat etmiştir. Acaba, s â h i - b ~ i t ı e k a l e ’nin hesaıbmca, 132 senesiyle 595 ve 603 senelerinin araısındaki zaman yalnızca üç asır’- dan ibaret midir?
Sâniyen, ;tb. n ü ’ r ■ R ü ş d ’ün metruk mahzun plaraik vefat ettiğinden bahseden M . R e - n a n , acaba, bir kız ile, velîsinin rızâsı olmaksızın teehhül ettiğinden dolayı rucûliyyetinden mahrûm edilmiş ve tâlim ettiği ulûm ve hikemiyyât için ölünceye kadar eza ve i ş k e n c e ’den kurtulmamışa olan A b e 1 a r d 9ın s ü r û r ve ı k:b â 1 içinde mı ı r t i h â 1 ettiğinden bahsedecek!
S â h i b - ı m e k a 1 e ’nin bu ibâreciğinde* toir de tarih yanlışı var: Vâj(aâ î b n ü ’ r - R ü ş <1 bir müddet Merâkeş’te maıhzûn ve metrûk kalmıştır; fakat irtihâl ettiği zaman, hem büyük bir m e ’ - m û r i y e t ’e ve hem de birçok s e r v e t ’e mâlik idi. * ;
M . E r n e s t R en a ıı, hikmet’in îslârri a~ rasında dâima m u h a k k a r olduğunu ve 120^ sene-i mîlâdiyyesinden sonra Memâli!k~i îslânüyye’de ' bütün butun i l g a olunduğunu ve müverrihler ile fyer fenden bahseden müellifler, bir vakitler hifcr met’in vücûdünden bahsetmişler ise de, z â i 1 o l m u ş b ir f e n â 1 1 k yolunda bahsettiklerini de iddiadan çekinmiyor! \ ‘\ Hukemâ-yı Arab’ın en büyüklerinden olan 1 b - iı - i S i n â Jl t b n .ü ’ r - R ü ş d ’ün birincisi iM devlet-i İslâmiyye’de ve/îr-i âzam’lık, İkincisi ke- zâlik iki devlet-d îslâmiye’de kadı’l-kudât’lık mes- nedlerine nâil olmuşlar idi. Bu hakikat, îslâm indine
RENAN MÜDÂFAANÂMESt
de hikmet m u h a k k a r mı yoksa m u a z z e z mi tutulmuştu, fi'len isbat eder.
İstanbul’u 1453 tariih-i milâdîsinde fetheliniş o- lam oennet-meıkân S u l t a n Mf ehmed H â n - i <r â z î ’nin Câmî-i şerifi civarında inşa ettirdiği Tıb Medreseleri meydanda duruyor; analda frâcet yok : Elyevm ceyâmi‘-i şerîfenin herbirinde hikmet 'kitapları tedris olunmakta olduğunu gözümüzle görüp duruyoruz. Bir fennin «ibadethaneler derûnuna varıncaya kadar» okutulmasına c e v a z verilmek, o fennîn bir mülkten i l g a s ı mı demektir?
Memâlik-d tslâmiyye’de şimdi tedris olunan hık- met’in, A v r u p a ’da tedâvül eden hikmet olmadığı medâr-ı ta‘rîz addolunmasın : M . R e n a n ’- ın îslâm içinden ilga edildiğini iıddiâ ettiği hikmet, Arab’tan mevrûs olan ve şimdi elimizde bulunan hikmet’tir. Hikmet’ten, «zail olmuş ıbir fenâlık» giibi bahseden müverrihler, müellifler kimlerdir, diye M . E r n e s t R e n a n ’dan suâl olunmak lâzım- gelse, m a ‘ r û f ve. m u ‘ t e 'b e r b ir i s i m beyan edemeyeceğinden eminiz
Sâhib-i mekale der ki :«İli yazısiyle olan hikmet kitapları paralandığından,
nedret bulmuştu; fenn-i hey’et’ in ise yalnızca kıble’yi tâyin edecek kadar tahsiline cevâz kalmıştır.» -
Acaba bu zât, Şark’ta T a t a r m ü ş r i k l e - r i , Gairp’ta E h 1 - i S a 1 î b m u t a a s s ı b - 1 a r ı tarafından ihrak olunan milyonlarca kitabın zıyâını da İslâmiyet'in te’sîrine mi 'hamletmek ister? M . R e n a n , fenn-i hey’et’in tahsiline cevâzı yalnız kıble’nin tâyinine hasretmemiiş olsa idi de, h iço 1 m a z s a «evkaıt-ı salâtı bilmek için i r t i f a *
RENAN MÜDÂFAANÂMESİ 43
al mj ak da İ s l â m i ç i n m e m n û ’ o l m a d ı ğ ı n ı » söylese idi, hakkımızda bir m ü r ü v v e t göstermiş olurdu!
Bilmem ki/ 823 tariih-i hicrisinde U 1 u g B e y ’in Semerkand’de inşâsına yeni mübaşeret ettirdiği rasadhâne’de o t u z s e n e çalışarak U - lu g B e y Z î c i ’ni meydana getiren eshâb-ı fen, ehl-i İslâm’dan değil mi idiler? Devr-i S ü 1 e y - m â n î ’de bir taraftan İspanya ve bir taraftan Hind sâhillerine giden O s m a n 1 1 d o n a n m a s ı ’rtı, hey’eften yalnız kıble t â y i n e d e c e k ' ' k a d a r mâlûmâtı olanlar mı sevketmişlerdi ?
V o l t a i r e , İsveç kıralı O n i k in e i C h a r 1 e s ’ ’ın zamanına dâir yazdığı tarih’te, R u s y a l I l a r ’m o zamanki cehaletlerini tasvir ederken şöylevbir fıkracık nakleder :
«Daha pek çok zâmâîı olmamıştır ki, g ü n e ş i n tutulacağını haber verdiği için î r a n s e f i r i ’nın kâtibini Moskova’da ahâlî y a k m a k istemişlerdi >
Acaba M R e 4 a n ’m itikadmca, Moskova halkını hey’et bilen bir adamın etrafına sevkeden yine İ s l â m i y e t mi idi? Hergün gözönûnde duran yüzbdn delile karşı Memâlik-i. İslâmiyye’de hey’et’in tahsiline cevâz olmadığından bahsetmek, yıldızların vücûdünü inkâr eylemek kabilinden değil midir?
- S â lı i ’b - i ,m e k a 1 e , keşfiyyât-ı maıhsûsa- sında devam ederek : «O zamandan (yâni 1200 sene-i mîlâdiyy esinden) sonra, İ ı bn- i H a l d û n gibi bâzı nâdir müştesnâlar’dan başka, İslâm’da e f k â r r - ı v â s i ‘ a eslıâbmdan adam zuhur etmemiş ve
44 RENAN MÜDÂFAANÂMESt
İslâmiyet ilim ve hikmetli mahvetmiştir» iddiâ-yı hodserânesini meydana koymağa cesaret etmiştir.
1 î b n - i H a l d û n ’uın muâsırîni olanı S a * - d e d d i m ’leri, S e y y i d ’leri ve anlardan sonra- gelip de isimlerinin ta'dâdı bir koca kitâp tertibine ihtiyaç gösteren eâzurt-ı islâmı, M,. R e n a n nereden bilsin de böyle bir 'kavl-i cahilanede bulunmasın? • ■ . "
Yukarıda da söylemiştim, R e n a n ’m her kavli sahih olsa da «dünyada, İslâm’dan hiç kimse hikmet ve ma'rifet’e sa‘y etmamiş» bulunsa, yine bundan «İslâmiyet’in i l i m ve h i *k m e t ’ e h â i l olduğu», yeni 'bir mantık yaratılmadıkça, isbat edilmek kabil değildir. Gerek ilm’in ve gerek hikmet’m t a f d î 1 i n e d â i r ve t a h s*î 1 in i â m i r buıica âyât ve ehâdîs ise meydanda duruyor.
Biraz insaf etse M . R e n a n da îtırafa mecbur olur ki, Kurtubel’nin, Gımata’nın, Bağdadi’uı,. Semerkand’ın ve daha bunlar gilbi yüzlerce bilâd-i îslâmiyyeınm nice yüzbin kütüb-i muhalledesini, nice bin âlimim, ateşler içinde, at ayaklan altında mahveden S a l î b î l e r , T at a r l a r , dîn-i İslama tâbi değil ildiler!
Akvâm-ı vahşiyyenin istilâsından sonra A v - r u p a l ı 1 a r da asırlarca ‘amây-ı cehalet içinde kalmışlar idi. O zamanlar memâlik-i garbiyye’deki ilim ve hikmeti mahveden G o t h ’lar, H u n l a r , A v a r 1 a r değildi de Hıristiyanlık mı idi? Hıristiyanlık idiyse, hiçin İslâm’da mevcud olan ilim ve hikmet’i mahvolmak derecesine getiren, H ı r i s - t i y a n 1 a r , T a t a r l a r olmuyor da Müslümanlık oluyor?
BENAN MÜDÂFAANÂMESİ 45
. M . R e n a n , tarihin en mühim mesailinden birine dâir bu kadar hiffetle düşünülmüş bir hutbe ırad etmekten ne kazanır, bilemem; fakat eshâb-ı tedkîk nazarında, ahvâl-i Şark’a vukufça olan şöhretinin ıbelki yüzde doksanını kaybetmiş olacağından eminim.
Vo l t a i re, Hıristiyanlığın en büyük d ü ş m a n l a r ı ’ndan olduğu hâlde, sevk-ı menfaatle Papa’ya çatmak merâkma düşerek, maksadına vesilemi husul olmak için Möhammed nâmında bir
’ tiyatro tertib etmiş ve bunda, İslâm’ın gerek tarih, gerek ahlâkını bütün bütün tağyir ilp beraber, O- san-ı Arab’a (üç nokta ile) pa harfini idhâl edecek kıadar cöhâlet göstererek kendini masharâ-i âlem eylemiş idi. Bilmem M . R e n a n da, bir çatacak yeri, bir hâsıl olacak maksadı mı .vardır ki, kırk sa- hifelik bir mekaleye binlerce yalan istîâb ettirmeğe uzun uzadıya himmetler sıarfeklemiş! Mâlûmdur ki, hasbî olarak bu kadar gevezelik ihtiyâr olunmaz.
M-. R e n a n , bu nakliyattan sonra, birdenbire tarîkti ilnsâf a girer gibi görünerek : «Arab’amsbet edilen maârifin te’sîrâtım tenıkîs etmek istemediğini» söyler de, yine iltizam ettiği mesîeke atf-ı efkâr ederek : «Arab’a isnad olunan bu maârifin * A - r a b 1 a r ’la münâsebeti yalnız lisan’dan ibaret ola« cağını» ve î b n - i S i nâ gibi, Î b n ü ’ r - Rü ş d gibi zevatın arablığı, B a c o n *un, S p i n o z a ma lâtinliği kabilinden bulunduğunu beyan eder__
Bir milletin devr-i âzamet ve şevketinde, velev, neslen o îriilletten olmasın, «dînen ve terbiyeten dâire-! it tihâdına girmiş olan» zevât ile, «başka bir. kavine mensûıb olduğu ve o kâvmin lisanını söylediği
hâlde, tnalıvolmuş bir kavmin lisanıyle kitap te’lif eden» insanlar arasında bir nisbet aramak, felsefi- yâttan bahseden 'bıir zâte yakışır münasebetsizliklerden değildir.
ttalya’lı bir aileye mensûp olan N a p o l e o n nasıl Fransız, ecdadı S 1 â v kavminden oldüğu mervi bulunan B i s m a r c k nasıl Alman ise,' î b n - i S i n â , Î b n ü ’ r - R ü ş d , F â r â b î de öylece Arab addolunmak lâzım geleceğinde biç şüphe var mıdır?
M . R e n a n , hukemâ-yı Arab’dan E 1 - K i n d ı ’yi istisna ettikten sonra hiçbirini cinsen Arab, addetmedikten başka «fikren dahi Arabtık’l» münasebetleri yoktur» diyor. S a h i b - i m e -■ k a l e ’nin fikren Arablık’tan ne murad eylediğini anlayamadık ki, kavlinin sahîh olup olmadığını tahkik edelim! Bir kavmin, k e n d i n e m a h s u s ve şâir akvam ile i ş t İra k t e n b e r i ibir fikri de mi olur imiş!
M . E r n e s t R e n a n ’ın agreb bir iddiası daha var. Diyor ki :
«Bu hükemâ Lisan-ı Arab’ı istiteâl ederlerdi; fakat isti‘mâlinde pek sıkıntı çekerlerdi: Arabi’nin eş‘âra ve bir nevi fesâhat-ı beyâna pek miisâid olan üâlûbu, ilâhiy- yât için pek asîrü’l - isti'mâl bir âlfttfcr; Arab'ın huken>4 ve ulemâsı, efkseriyyet ijzre fefaa yazarlar.»
Arabi’nin kelimelerini doğruca telâffuzdan âciz olan bir atlama göre böyle b r itikada zâhib olmak, istiğrab olunacak şeylerden değildir. Fakat, bu vukûfiyle beraber Arab’ın lisan’mı, ijm’ini, hikmet’ini muhakemeye kalkışmasına' ve cihân-ı medeniyete de hâsıl edebildiği h a t î â t ve e k â - Z t J> ’in kâffesini birer h a k i k a t s'û r e t i n d e
46 RENAN MÜDÂFAANÂMESİf
göstermeğe mjıvaffak olabilmesine, hakikaten teac- eiib olunur. Esthâb-ı vukûf içinde, edebiyat’ça A r a - b î i le t e s â v î kabil olduğuna imkân verenler vardır; fakat, lisanın mahiyyetinde olan v u z û h ve elsine-i sâireden ıktiibas için ta‘rîb tarzındaki s ü h û l e t cihetleriyle, Yunânî-i kadîm’den başka, te’lifât-ı ilmiyye için Arabi’ye tekarrüib edecek h içb i r l i s a n olmadığını itiraf ederler. Arabça’da ilâhiyyât’a müteallik olan kitaplar, en g ü z e l » ilm’e dâir olan telifler 'en v â z ı h âsârdan olduğunu, sahîhan Arabî bilir bir adama sorarsa, M. R e n a n daihi pek kolay öğrenir.
x S â h i b - i m ek a l e , bufoikmet-fürûşâne sözleriyle, Arab’ın ma‘rifet ve Jıikmetı, Arab’ın marifeti, Arab’ın hikmeti o İm a d ı ğ ı n ı isbat ettiğine emniyyet hâsıl ettikten sonra :
«Bu ma‘rifet Arab’ın değil ise, bâri İslâm'ın mıdır? İslâmiyet bu taharriyât-ı hikemiyye hakkında vesâyetkâ* râne bir m u a v e n e t ibraz etmiş midir? Hayır, hiçbir veçhil e ibraz etmemiştir: Bu güzel mesâî-i tahsil/İ r a n îtlerin, H ı r i s t i y a n l a r 'in, Y a h u d i - l e r ’iıi, H a r r â n L l e r 'in, t Is m â i 1 i y y e takımının, bâtınan tkendi dinlerine karşı â s î olan M ü s - 1 ü m a n 1 a r ’ın eseridir. Bu taharriyât-ı hikemiyye, süı^nî Vlan Müslümanlar’dan yalnız mazhâr-ı nefrîn olmuştur. Hikmet-i Yunan" ın telâkkisine Hulefâ içinde en ziyade gayret gösteren, M e 9 m û n ’a Kelâmiyyûn tarafından lâ‘net olunmuş, ziaman-ı saltanatının mesâifoi, aka id-i sâireyi hür bırakmasının mücâzâtı sûretinde gösterilmiştir.^diyor. İslâmiyet’in ihifemet ve ma^fete ibraz ettiği h i p a â y e t ve ve s a y e t ’in derecesini, bâlâda ta‘dâd ettiğim âyât ve ehâdîs isbat eder. M . R e * n â n , bu âyât ve ehâdîsin vücûdünü i n k â r
KENAN MÜDÂFAANÂMESİ 4T
48 RENAN MÜDÂFAANÂMESİ
kadar da cesaret edecek midir? Edemeyecekse, makalesinin mevzûunu ne ile isbata muktedir olacaktır?
Arab’ın devr-i marifetinde zuhûr eden hukemâ ve ulfcmâ arasında birkaç Na s r â n î } Y a |ı u d î , H a r r â n i isimleri de görülüyor; fakat bunların .adedi, İslâm olan uzemâya nisbet, binde ve belki on- binde bir kalmadığını tarihler işba t eder. Bu hâlde, «o zamanın taiharriyât-ı hikemiyyesini İslâm’dan ziyade H i r i s t i y a n 1ar ’a, Y a h u d i 1er ’e (ekser halkı Sâbie’den olan) H a r r â, n î 1 e r ’e îsnad etmek muvafık-1 hak mıdır?
M , R e n a n , Arab’ın tarifhini, Fransızca mevcud olan tercümelerden olsun okumamış! D ’ H e r b e 1 o t ’nun Kitabhâne-i Şark’ındaıki M e ’ m û n bendine bakmış olsa idi görürdü ki, müşârünileyhıin ulemâ-yı İslâm tarafından uğradığa ( 1 â ‘ n e t değil) itiraz, hikmet’e meylinden değil, mezheb-i i‘tizâl’i iltizam etmesinden neşret etmiştir. Mezheb-i i‘tizâl ile hikmet ve m^rifet-i Yunâniyye arasında zerre kadar bir m ü nâ s, e b et olmadığı ise meydandadır. M e ’ m û n ’ün zaman-ı .saltanatında memlekete öyle büyük bir musibet ârız olmamıştı ki, bunu ulemâ-yı İslâmiyye M e ’ m Çin'im zâf-ı iHikad’ma mücâzât ittihaz eyleisia. M . 3i. e n a n ’a şurasını da ihtâr edelim ki, İslâm’ın adl-i İlâhiye olan itimâdı, bir kavmin uğradığı mesâibi, bir adamın mücâzât-ı seyyiâtı addeylemek derecelerinden bin kat âlîdir.
Ş â h ı b - ı m e fk a 1 e , - Arabi’de olan mehâ- ret-i kâmilesı cihetiyle, - «iman» sürelinde: «bâzı i- marnların tahrikiyle hudûs eden fitneler üzerine
kütüb-i hikemiyyenin yakıldığı ye hukemâüın îdam oluMuğu pek nâdir değildir» diyor.
Bil‘akis pek n â d i r ’dir. Bu nevâdirin vukûu da, 'kimsenin hikmetle iştigal etmesinden değil, din yahut bir memlekette olan mezheb’ın aleyhinde ki- tap yazıpak ve alenî bahislere girmek gibi mii- nâsebetsizlMeıdörL neş!et etmiş ve şayan-1 dikkattir, ki, bu ş i d d e t l e r de «cehlin ilme galebe ettiği» yerlerde zuhûr eylemiştir; mamafih, Avrupa’da bir Çuıça# güjıü <<et yemek» şübhesîyle a.d a m y a k ı l d ı ğ ı zamanlarda, Dîn-i Muhammedi aleyhine kıyam edenlere, rrpllet tarafından mücâzâta kalkışıl-, ması o kadar şâyân-ı teaçcüb J>rr hâl miidir?
Hâlâ memâlik-i nıütemeddinenin en hakîm, en hür geçinen yerlerinde, bir din ile istihza edenler, maddî mânevî her türlü cezadan berî mi bırakılır acaba? Bir asır evvel hikmet ve hürriyet nâmına a- kaid ye âdât-ı dîniyyenin kaffesini i n k â r etmiş Qİan F r a n s ı z l a r arasında M . R e n a n 31 a y at - 1 î s â ünvanlı kitabını neşrettikten son-* ra, ru h b an g ü r û h u ’nun ihdas ettikleri dağdağa üzerine, memleketinde bir İbranî dersi okutmaca, muktedir olamadığını! düşünür, bir de. o aşırla şimdiki asrın hâlini biribirine kıyas eder ise, isbât-ı müd- deâ için getirdiği delilden hicalb eder sanırım., S â h i b - i m e k a 1 e , bu türr ehâtı ınüteâkip <de yine İslâmiyet’in ■ her zaman «ilim ve hikmeti m a h v ’ e ç a 1 \ ş t ı j* ı n a ve nihayet m a h - y e* 11 d ğ i ’ne» dâir nakarâtını tekrar eder de iddi- âsma şti lâkırdıları* ilâve eyler :
«Taçih-i İslâm’ı i k i devre tefrik etmek lâzım gelir. Bu devirlerin, b i r i , İslâmiyet’in mebâdisinden Mi-
BEN AN MÜDÂFAANÂMEŞİ > ' 4 9 'V "; * '■
50 RENAN MÜDÂFAANÂMESt
lâd’ ın bnikmci asıma kadar olan ve d i ğ e r i XIII. asr-ı milâdîden zamanımıza kadar vâsıl olan müddettir. Birinci devirde, İslâmiyet, bir nevi Protestanlık hükmünde olan ve İ‘tîzâl denilen mezheb-i mu'tedil ile z â ‘ f b u l m u ş olduğundan" gılzet ve huşûnet ye fıkdân-ı efkâr ile mutta sıf olan T a t a r ve B e r b e r akvâ- mmm eline düşen ikinci devr' kadar i n t i z a m ve- t a a s s u b hâsıl edeanem'ştir.»
Mürtekib-j kebîreye m'ü ‘ mim nazariyle bakmayan rtizâl’i İslâm arasında 'bir mezheb-i îtidâl addetmek M R e n a n ’a mahsus malûmattandır!
S â h i b - i m e k a i e ’nin birinci devir saydığı zamanlarda «İslâriı’nn o kadar intizam bulmadığımdan» 'bahsetmesi, ne türlü mutâleaya müsteiıid olduğunu da bir türlü anlayamadık! Aihkâm-ı dîhiy- yeyi cem’ ve tedvin edenler ve mezahib-i mevcûdeyi. meydana, koyanlar, hep o devrin ricali idi. Ö devir- lerce Lisan-ı Osmanî’de taassub denilen hâl, İslâm arasında n â k ı s değil, bayağı m e,f k u d idi. Hakîkat-i İslâmiyye taassub’a cevâz vermez idi ki,, milletin z a m a n - ı m a ‘ r i f e t ve v u k u f ’- urida öyle bir s e y y i e mevcûd- olsun.
Buda s â h i b - i m e k a l e ’nin sözlerinden-dir.:
«İslâm’ın hâvassındandır ki, soçra gelen tâbi'leri daha kaviyyü’l-îtikad oluyor.»- İslâm içinde, îtikadça selef-i sâlihîne t e f e v -
v u k iddiasında 'bulunur ferd-i âferîde yoktur. Mâ- mâfîh, eğer R e n a n ’m ifâdesi sahîh olsa, bu da. İslâmiyet için n a k î s.e mi addolunmak lâzım gelir? • ; • ■ -
M. E r n e s t R e n a n ’m bir kavl-i garibi daha geliyor : Kuvve-i rûhâniyye ile kuvve-i hükû- *
RENAN MÜDÂFAANÂMESİ 51
met’i biribirinden tefrika aslâ müsâit olmayan İslâmiyet'e, cebir ve şiddet cihetiyle, yalnız İ s p a n - y a ’nın Engizisyon’u tefevvuk etmiş ımişl
Acaba M. E r n e s t R e n a n ; sûret-i mah- sûsada hedef-i îtirâz ettiği ehl-i stinnet’ih târihindie Saint-Barthelemy vak’ası1 gibi bir feeîa-i mezhe- biyyeye tesadüf etmiş midir ki, Engizisyon’d&n başka, cebir ve şiddette muâmelât-ı islâmiyyeye tefevvuk edecek bir Ihâl bulamıyor? Gerçek! M . R e - n a n İslâmiyet’e yalnız İspanya Engızisyonu’nun tefevvuk edebildiği iddiâsmdan da birkaç satır aşağıda ftükûl ederek P a p â l ı k ’ la h ü kûm â t-i İ s l â m i y y e ’yi biribiriaıe kıyas etmıiş ve faifeat Papalık’ın z u l m ü küçük bir mülke, İslâmiyet’in t e r a k k î - ş Lk e n 1 i ğ i ise kürenin vâsi bir cuz’üne şâmil olduğunu söylemiştir.
M . R e n a n , Papalık’m altı yedi asır evvelki hâlini düşünse idi, böyle bir mekale tertibine cür’et edemezdi zannederim : İslâmiyet’e t e r a k - k î - ş i k e n l i k isnâdı bütün bütün bedahete; karşı bir söz olduğu bâlâda ısbat olundu. Memâlik-i îslâmiyye’de ümran ve ma‘rıfetın noksanı ne türlü sebeplerden neş’et eylediğini dahi ileride beyan ederim.
M. E r n es t R e n a n :«İslâmiyet’in müdâfaasında bulunan hürriyet ta raf-
dârları, Müslümanlık’ın ne olduğunu bilmezler; İslâmiyet, hükûmet-i rûhâniyye ve ditnyeviyye’nin b i r i -
1 Fransa’da kırâl Dokuzuncu C h a r l e s ’ m emri ile Protestan mezhebinde olanların katl-i‘âm edilmesidir. feu vak‘a-i hunhârânede Fransa’da yirmibeş, otuz kişi îdam edildi. •
52 RENAN MÜDÂFAANÂMESİ
b i r i n d e n a y r ı l m a m a s ı , bir itikadın s a l t a n a t ı n ı s ü t m e s i demekti*; insaniyetin şimdiye kadar tahammül eylediği zincirlerin e n a ğ ı - r ı d ı r .» /diyor. Hürriyet tarafdârları İslâmiyet’i bilmiyorlarsa, M . R e n a n ne güızel biliyor! Dinili ka- vâid-i siyâsiyyesi zâten akıl ve hikmete tamamıyle muvafıktır. Üçbin senedenberi Y u n a n i s t a n ve R o m a ve A v r u p a hukemâsının nice mesaî ve tedkikat ile tedvin eyledikleri k a v â i d-i h u k u k da meydanda... Kütüb-i fıkhiyye’de esasen yalnızca kavâid-i mezhebiyyeye ma‘tuf olan müuâke- hât, tabiî müstesna olaoağınd,an, muamelât ve ukubât cihetlerince, o kavâicL ilç e s a s l ı b i r i h t i - . l â f gösterilmek mümkin midir? Ya bu hâlde Avrupa’nın meşâil-i hukukiyyesini k a v â i d - i - dî ni y y e/ ye isnad olunmadığıyçün berât-ı meziyyet ve İslâm’ın k a v â i d - i f ı k ıh i y y e ’ si, esaseno mesâil-i ıhukûkıyyeden kat‘an ayrılmamakla beraber, yalnızca a h k â m - ı d î n i y y e ’ ye isnad edildiğiyçün, zencîr-i esâret addolunmak, a k l e n kabûl olunabilecek müddeâlardan mıdır?
«Rûhâniyyât,ı siyâsetten ayırmak», Avrupa’ca, inkılâbât-ı ahîrenin en b ü y ü k meksûbâtından ma‘dûd olmuş; çünki Hıristiyanlık siyâseten :«Kayserce ait molanı Kayser’e terkediniz» kaidesine müste*- . nid iken, r ü h .b a n gürûhunun sonradan umûr-î dünyaya tasallutu cihetiyle ahâlînin çekmediği belâ kalmadığından, rûhaniyyât’m siyâsiyyât’tan tefrîkı- na, veya tâbir-i sahihiyle, r ü h b a n gürûhunun, salâhiyetçe, «dînen muayyen olan dâireye» iffcâına ihtiyaç görünmüş idi.
RENAN MüDÂFAANÂMESI
Buna bir k a i d e - i k ü l l i y y e nazarıyl|İ| bakılup da birtakım ahkâm-1 siyâsiyye, hakikate p£\ kadar muvafık olur ise olsun, di ne m ü s t e n i dj' bulunduğıyçün fiilden ıskat edılmiek, dine tevâfuk eU ? mediğinden dolayı zulmü adle tercih etmek değil midir?
M . E r n e s t R e x\ a n 9 m zannınca bir zamanlar İ s l â m arasında hikmet’in vücûdüne tahammül olunması, define iktidar bulunamamasın- dan, zabıta H ı r i s t i y a n l a r elinde olarak esâsen Ş î ‘ î 1 e r ’ in arkasında dolaşmakla meş- gûl olmasından neş’et etmiş imiş!
Mefrıâlik-i Islâmiyye’de birkaç imam’m tahrikiyle tehaddüs eden gürültüler üzerine hikmet kitabla- n y a k ı l m a k , bunlarla uğraşanlar î d a m olunmak nâdirül-vuku4 olmadığını yine M . E r n e s t R e n a n iddia ediyordu; im a m İ a r ne vakit isterlerse böyle bir neticeye ittisale muvaffak olunca, milletin, hikmet’i ilga etmekten bütün bütün â c i z kalmasına nasıl ihtimâl verilebilir? İslâm’ın zâbıta’smı idare etmiş, Ş î f î 1 e r ’ in arkasında dolaşmış H ı r i s t i y a n i a r kimler o- lacağmı s â h i b - i m , e k a l e beyan etmiş olsa, yeni ıkeşfiyâttan birşey işitmiş olurduk! İslâm tarihleri,-hiçbir vakit, İslâm mülkünün hiçbir cihetinde zâbıta’nın b a ş k a b i r m i l l e t Ve tevdi olunduğundan bahsetmiyor.
M . E r n e s t ‘R e n a n ’-' ın birkaç fikr - i garibini daha hulâsa veçhile tercüme edelim :
İslâmiyet, z a y ı f bulunduğu zaman, hürriyet ise k u v v e t l i olduğu zaman şiddet göstermiştir.,.
54 RENAN MÜDÂFAANÂMESİ
G a r b ’da ulûm-ı diniyyenin zulüm ve tasallutu İslâmiyet'ten daha noksan değil ise de, fikr-i beşeri e z * m e |r e muktedir Olamamış, hâlbuki İslâmiyet zabteU tiği yerlerde m u k t a d i t olmuştur.,.
Memâlık-i garbiyye'de ul$m-ı diniyyenin zulüm ve tasallutu, yalnız İspanya’da hükmünü icra ederek fikr-i
/ ma'rifetin m a h v i n e sebep olmuştur. Şurasının be* yanma müsâraat edelifn : I s p a n y a kavm-i necibitelâfi-i mâfât eder... '
Edyânın g ü z e l c i h e t l e r i vardır. Fakat* men‘etmek istediği mehâsinin zuhûrunu da ana hamletmek lâzım gelmez iken, î s 1 â m ’m h i 1 â f ı n a olarak zuhûr eden t e r a k k ı y â t - ı h i k e m i y - y e ’ yi Islâm'ın te’sîrâtma isnad"ediyorlar...
İslâmiyet’in, din olmak itibariyle, güzel cihetleri vardır. Her ne vakit bir câmi'e girsem, şiddetli bir hey#- can-ı vicdânî’den, — anı da söyleyeyim mi — Müslüman olmadığım için bir nevi teessüften beri olduğum yoktur. Fakat İslâmiyet, fikr-i beşer için m u z ı r olmuştur...
Paris'te birçok seneler oturmuş olan Ş eV h R î - £ â â , avdetinden sonra yazdığı kitabda, Avrupa'nın fü- n û n u 'nu, husûsâ, «Kavâid-i tabiîyyenin ebediyyeti» esasıma müstçnid olduğu için, baştan aşağı h i 1 â f - ı d i n addeder, Ş e y h 9 in ise, İslâm, nokta-i nazarın- ca bütün bütün haksız olmadığını itiraf lâzımdır. Çünki, v a h y üzerine müesses bir din, akaidinin h i 1 â - f ı n ı gösterebilecek taharriyât-ı ahrârâneye dâima m ü m â n a a t eder... İslâm, maârifi ve maârifle beraber kendini mahvetmiş ve milel-i sâireden dâima a ş a ğ ı kalmağa mahkûm olmuştur.» '
Evvelâ : İ s 1 â m ’m en ziyâde kuvveti £) e v - 1 e t - i A b b â s i y y e zamanında idi; W hâne- dâna tâbi olanlar, halîfelerini Be nî Ü m e y y e , veyâhut M ü 1 û k - i t a v â i f gibi mütegalli- be’den addetmezlerdi; ıbirakis, Hılâfet’in s â - h i b - i m e ş r u ‘ u bilirlerdi edvâr-ı islâmiyyede
"RENAN MÜDÂFAANÂMESt
lıikmet’in en, ziyâde revaç ve müsâade gördüğü zamanlar da yine D e v 1 e t - i A b b,â s i y y e asrıdır. Bu hâlde, maârifçe düvel-i İslâmiyyede cârî olan m ü s a a d e ’yi, î s l â m i y e t i n zâ - i i n a hamletmek n,asıl câiz olabilir? Hak ve bâtıl, "bir nevi mezheb dâiyesinden berî olarak, sırf ilim “veya hikmet veya dinsizlik nâmma memâlik-i îslâ- miyye’de meydana çıkmış, hükümetle uğraşmış bir
‘iırfea’ya M . R e n a n tarihlerde tesadüf etmiş anidir?
İslâm hükümetleri, mezheb nâmına bunca mu- "jharebeler açan Havâriç’in, İsmâiliyye’nin mutaassı- foâne ve fedâkârâne ibraz ettikleri kudret ve şiddeti- Icesr ile uğraşmaktan çekinmemiş iken, kendi ta- İıarriyât ve tedikîkat-ı ilmiyyesiyle meşgûl olan Tı u k e m â ’ mm nesinden korkacak da hakk-ı sükût ■olarak kendilerine d i n i n c e v a z v e r m e y e c e ğ i sûrette m ü s a a d e l e r gösterecek!
Sâniyen : Memâlik-i garbiyye’de ulûm-ı dîniy- ye’nin'fikr-i beşeri ezmekle ne kadar uğraştığını tahkika lüzum göremiyoruz; fakat İslâmiyet, fikr-a /beşeri terakki ve istiıkmâle sevketmiştir... İnsan için, diyâneten müntehâ-yi maksad, alâ-kaderi’l-im- Ikân h a k â y ı k - ı i l â h i yy e ’ye vukûf olarak, 3>u maksadın ise c e h a l e t l e hâsıl olmayacağı meydandadır. ' •
Memâlik-i İslâmiyye’de ilim ve hikmet’in eski revnakında kalmamasını istilzam eden esbâb, o'İkalar hafi birşey inidir?
E $ 1 - i S a 1 i b ile T a t a r m ü ş r i k l e r i ’nm; Memâlik-i îslamiyye’de, k a b â i l - i v a h ş i y y e ’ nin Avrupa’da olari mazarratında»
5$ RENAN ‘MÜDÂFAANÂMESt
bîri kat z i y â d e îrâs-ı hasâr ettikleri ıtıâlûm değil midii:? Mevcut olan kitablarinm, Ulemâsının binde biri kalmayan bir kavim, kajç asarda keridini- toplayabilir? Husûsiyle, AvrupalıIar, M . R e -- n a n ’ın İslâm için m ü jtl t e İh a - y ı m e d e - n i y y et addeylediği 1200 tarih-i mîlâdisinden eri,,. Memâlik-i İslâmiyye’nkı hangi tarafında â s â y î şV ten eser bıraktılar iki, def-ıi sâil ile uğraşmaktan- 4 tahsile meydan bulunabilsin! >
Sâlisen : M . R e n a n* içlerinde f ikr-i ma‘- rifet mahvolmuş olan î s p a n y -a 1 ı 1 a r ’m te-s lâfî-i mâfât edeceğine nasıl ihtimâl. veriyor da bizim terakkimize ihtimâl veremiyor? A v r u p a l I l a r , r ü h b â n giirûhunuri a t e § - i z u 1 - m ü n e mukavemet ederek, A r a b l a r ’ dan- iktibas eylediği maârif sayesinde bu dereceye gelmeğe muktedir olmuş iken, bizim, A v r u p a ’n ı n f i i n û n ’ undan istifade edip âlem-i kema- lâtta yine bir mevkili imtiyaza vusûlümuze niçin ihtimâl vermiyor ki, dînen tahsîl-i marifetle mükellef olşn İslâm arasında, ;tahsîL-i ilme / düşmana h u :k e m â ve u l e m â veya ilim ve hifcrhtet: kitabı yakacak E n g i z i s y o n c e m i y e 1 1 e x r i , mevcut olmadığını kendisi de bilir!
Râlbian : İslâm’da terakkıyât-ı ilmiyyeyi nasıla dinin te’sîrâtma isnad etmeyelim, ki, M u h a m — m e d î l e r tahsîl-i maârif ettikçe, vicdanen hâsıl- ettikleri telezzüzden başka, evâıttir-i ilâhiyye ve ne* beviyyeye ittibâ etmiş oldukları cihetle bir de* m e * ç û r olmak itikadında bulunduklarından,- hayatri eîbediyyelerine hizmet için ilme çalışır,, îrattâ, sevk-ı diyânetle hayat-ı fâniyelerini bil sa^
İfcENAk MtjÖÂFAANÂkESt
yoluna hasre&erlerdi ve hattâ okudukları şeyler, m es2 îı e b 1 e r i n e m u g â y i r dlsa bile, r&b- idiyle (halkın akaidi îâside’den muhafazasına hizmet edecekleri için/ anların t a h s î Li ’ ni de (bir neyi sevab addetmişler di; mâmafih, farz-ı , muhâl olarak diyelim ki, Arab’taki maârifin zuhuru d i - y â ne ti n t e 5 s î r i ’ nden haşıl olmasın; bununla, yine R e n a n ’. m asıl müddeâsı sabit olmaz : Maârifi i c a d e t m e m e k başka, m a h v e t m e k yine başkadır.
. Hâmisetı : M, R e n a n ’ m, fikri kadar t e - m â y ü 1 â t ’ mda da bir tuhaflık, bir hafiflik görünüyor : Bfem İslâmiyet’in efkâr-ı beşere m u z ı r olduğundan bahseder, hem camie girdikçe viçdâmnda h e y e c a n l a r hâsıl olur, Müslü- man olmadığına bir nevi t e e s s ü f duyar; bu hâli ne türlü fikr-i''hikmete, ne* nevi4 meyl-i tabiate hamledelim? - ‘ ,
Sâdisen : Evet, Ş e y h K i f â a haklıdır; fakat haklı olmasına sebeb, M. R en â n ’ m zannı gibi, vahy üzerine müesses -olan bir din’in taharri- yât-ı ahrârâneye m â n i olması değildir : Bir din ki, taharriyât-ı külüyyeye mânfdir, ilzâm-i hasım-
s dan izhâr-ı * acz etmiş olur; Dîn-i mübîn-i Muhammedi ise ^ o\ lyu âyet-i kerîmesiyle^her muarızı meydân-ı ibahs ve münazaraya dâvet e- der. <4)
(4) Burada zikr edilen âyet-i kerîmenin (En-Nenal Sûresi, Âyet 64) meâli : ,
«Eğer sâdık (ve samimî) kimselerseniz delil ve hüccetinizi getirin.»
Ş ie y İh R i f â a haklıdır, çünki kanûn-ı ta|| biat’in ebediyyeti’ni isbat eder dünyada hiçbir deliS yoktur. «Bu kavânîn-i tabiat mâdem-M şimdiye kftl dar zevâl ve tegayyürden masun kalmıştır, bundaki böyle de masûn kalacaktır» denilmek, mantık’a teJ vâfuk edebilecek bir kıyas olmadığına ise tarif ıİcti-1 za etmez. - . - - - ■ ( 'Jj
«Kavânin-i tabiatın ebediyyeti» ni . Ş e y fc| R i f âa ’ nın İh i lâ f - ı d în bileceğinde şüpç| he etmeyiz;, fakat, Avrupa’da mevcut olan m a -<fj â r i f ’ ,i ;bu kavânînin e ı b e d i y y e t i me müs»f.j tenid ve. binaenaleyh şhkâm-ı dîniyye’ye m u g a y i r addettiğine de 'bir türlü inanamayız; müşa- Tünileyhin hangi eserinde, böyle bir kavil var ise yan olunsun. " ' ' î
Sâbian : İslâm ne maârifi mahvetti, ne de maârifle beraber mahvoldu. Eğer M . R e n a n? inanmaz ise, ulûm-ı hâzırayı tedris eden mekâtibin, yetiştirdiği müslümanlardan birkaç zat ile konuş-; sun, butlân-ıs müddeasına berâhîn-i müşahhasa görmüş olur. ( . ' ' '
İslâm’ın «şâir milletlerden a ş a ğ ı kalmağa,, mahkûm olması» nav gelince : Eğer gazetelerin rivâ- \ yeti, sahih işe, İ n g i l i z ! e r hiç de bu reyde- bulunmuyorlar. Hattâ, Hind’de, y e r i i’den olan-
. etfâlin İ n g i l i z çocuklarına kıyas kabûl etme-, yecek sûrette t e f e v #u k u n u gördükleri için, Müslüman çocuklarına mektepleri k a p a d ı k l a r ı bile rivayet olunuyor.
Şimdi, M . R en a n ’ ın en parlak, en maskara bir gevezeliğine geliyoruz; dikkat buyurulsun, ne diyor : -
68 EENAN MÜDÂFAANÂMEfflj
RENAN MÜDÂFAANÂMESt 59
M . L a y a r d birinci defa Musul’da bulunduğu zaman, şehrin mikdâr-ı ahâlîsine, ticâretine, ahvâl-i ta- rihiyyesine dâir bâzı malûmat almak ister; k a d ı ’ya mürâçaat eder. O da kendisine şu cevabı gönderir :
«Ey muhibb-i sâhib - işt'hârım, ey server-i eshâb-ı hayat! Benden istediğin şey hem faydasız, hem muzırdır. Her ne kadar eyyâm-ı ömrüm bu şehirde rüzâr etmiş işe de, h:çbir vakit ne hanelerini ta’dâd ve ne de mikdâr-ı nüfûsunu tahkik ettim. Filânıiı esterine, filânın kayığına tahmil ettiği eşyanın ise, hiç bana teallûk eder ciheti yoktur. Memleketin tarih-i kadîmi ve İslâm tarafından fetholunmâdan evvel ahâlîsinin ne kadar hatâlarda bulunduğu ancak Cenâb-ı Hakk’a mâlûmdur ve Cenâb-ı Hak beyan buyurabilir.
Dostum, kuzum, sana ait olmayan şeyleri öğrenmekle uğraşma!.. Aramıza geldin, biz de sana selâmdı hpş-âme- dîyi icra eyledik. Selâmetle git! Hakîkat-i hâlde söyledi- ğin lâkırdılardan bana hiçbir zarar gelmez. Çünki söyleyen başka, dinleyen başkadır. Milletinin âdeti üzere çok yer dolaşmış ve hiçbir tarafda nâil-i saâdet olmamışsın; biz, elhamdülillâh, burada doğduk ve buradan gitmek istemeyiz.
Dinle, oğlum! C e n a b - ı H a k k ’ a , î t i k â d gibi hikmet yoktur. Dünyayı Cenâb-ı Hak yaratmıştır. Esrâr-ı hilkati taharri ve ana vukuf ile, Allah ile t e • s â v î ’ ye mi çalışacağız? Bâlâda diğer yıldızların üzerinde dönen şu yıldıza ve dünbâlesiyle bu kadar çenelerde takarrüb ve bu kadar senelerde tebâüd eden öteki yıldıza bak)
Ferâgat et, oğlum: Anları halk eden yed-i kudret, sevk ye idarelerine de kâfildir. İhtimâl bana dersin ki : Behey adam, oradan çekil; ben senden âlimim; senin bilmediğin şeyleri gördüm! Eğer bunlar şeni benden hayırlı etmiştir itikadında isen, iki kat safâ geldin! Bana lüzû- mu olmayan şeyleri taharri etmediğim için Allah’a şükrederim. Sen, bana faydası olmayan şeylere vâkıfsın, ben ise senin gördüğün şeylere ehemmiyet vermem. Mâlûmâ- tm daha ziyâde olursa, anrden ikileşir mi?
60 RENAN MÜDÂFAANÂMESt
Her cihete ma‘tûf olmakla, bir C e n n e t bulabilir misin dostum? Eğer s - a â d e t bulmak istersen* lâilâheillallah de; kimseye fenâlık etme. O zaman ne insanlardan, ne de mevtten korkarsın, çünki senin de saatin ^gelecektir.»
Bu k a d ı , kendi tarzınca, pek hakimdir; şu kadar var ki, biz k a d ı ’ nıh mektubunu pek ra’nâ buluruz; o ise bizim burada söylediklerimizi pek müstekreh görür. Hele bir cemiyete, bu türlü fikirlerin neticesi, mu- sîbet-resandır.» ,
Bu mektubun, yazıldığı lisandaiı Fransızca’ya tercüme olunurken, kaç bin türlü tağyir âta uğradığını tâyin edemeyiz; fakat yemin edebiliriz kiv M . R e n a n\n yazdığı Frarfsızca, Arâbî ve Farsî veya Türkî’den aynen, tercüme değildir. Çünki, tarz-ı .ifâde, elsine-i selâseden hiçbirinin ş i v e s i n e kat‘â tevâfuk etmez. Mektupta r â b ı t a - i e f - k â r ’dan ve hattâ bâzı fıkralarda m â n a- ve m ü n e s e b e t ’ten eser olmadığı da meydandadır.
Her ne hâl ise, tercüme, kâğıdın ayni ölsün öl- masun, Kür’ân-ı kerîm, ehâdîs-i şerîfe, binlerce kütüb-i dîniyye meydanda iken, bir M u s u 1 k a - d ı s ı ’nın mektubunu «mâhiyyet-i îslâmiyyey* delil» göstermek, meselâ Avrupa’nın derece-i malûmatım, geçende, «üç güne kadar kıyamet kopacağını» haber veren râhibin fikriyle istidlâl etmek ke bilinden değil midir?
K a d ı e f e n d i cahil mf imiş? Mecnun mu imiş? Ma‘tuh mu imiş? O vakitlerce ecânibden mülkün hâlini saklamak mültezem olduğundan M . L a y a r d * ı başından sâvmak için öyle bîr hezeyan dile mukabele mi etmiş? Yâhud, mektubu âdeta i s t i h z a tarzıtıda mı yazmış? Bu faraziyyâ-
tın (hangisi sahih olur ise olsun, îtika<fayattari bir bahse kat‘â teallûku olmayan bir varaka parçası afcaid-i İslâmiyye’ye burhan gibi gösterilimce; A v r u p a ’ daki yarım âlimlerin Dîn-i Muhammedi’yi de Zulu mezhebi kadar hıffetle tahkik eylediklerini iddia etmekte, haksız mıı oluyoruz?
Bu risale-i âcizâneyi mutâlea buyuranlar elbette M . R ıe n a n ’ın hutbe’sine bir de n e t i c e beklerler; fakat (korkarım ki, intizarları biyhûdeye gidecektir; çünki, mekaledeki hâtimenin, saded-i bahse kat‘â m ü n â s ş b e t i yok!.
M . E r n e s t R e n a n , Bağdâd ve Semere kand ve Kurtub Ve Gırpata’da mıedeniyyet-i hâzıra nm me’hazîi olacak kadar terakki bulan maârif, ve Jhikemiyyâtln A r a b a m e n s û b olmadığını, Akvam -ı İslâımiyye’den hiçbir t e ’ s i r ve h i - m â y e görmediğim, İslâmiyet’in mâni mi tahsil olduğunu, Akvâm-ı İslâmiyye’mn şâir milletlerden a § a ğ ı kaldığını isbat için, îrad ettiği hutbe’nin son fıkrasında i İm in f e v â i di ’ne dâir birkaç keliine söyledikten sonra, şu ifâdeoilkle hatm-i mekal ediyor :
«Ateşli silâh zuîıûr ettiği zaman neler söylenmemişti! Mâmâfih, medeniyetin galebesine yardımı göründü. Kendimce, ilm’in i y i X i ğ i n e ve ilm ile yapılabilecek fenalıklara karşı silâh- 1 müdâfaayı yine yalnız ilm’in7
v e r e b i 1 e c e ğ i n e mutekidim, Velhâsıl ilim, terakkiden başka birşeye hizmet etmez; maksadım, ş a - h i s v e h ü r r i y e t ıe h ü r m e t ’ten tefriki müm- kin olmayan tv e r a k k î . i h a k i k i ’dîir.»
Zannımca, ma%ûd «bahçeye vurdum kazmayı — güzeller bağlar yazmayı» k o ş m a * sının iki fıkrası
KENAN MÜDÂFAANÂMESİ 611 ' / i ■.
arasında da, hutbe’nin mevzûu ile hatimesi kadar i r t i b a t ve m ü n â s e b e t bulunabilir!
M . E r n e s t R e n a n , İlmin fezâiline dâir olan nasihatini ehl-i İslâm için söylüyor ise, kendi fikrinle karşı bir hareket olmaz ini? Zâten şâirlerden a ş a ğ ı ik a 1 m a ğ a m a h k û m olan 'bir millete bu nasihat ne fâide verir?
Yok, İslâmiyet’in m â n i * - i m a â r i f olduğundan tutturup da, bundan, A v r u p a 1 1 l a r ’ı teşvîk-ı ma'rifete bir v e s i l e bulmak ister ise,o kadar aykın bir girizgâhdan bu maksadı taharri etmek, ilim Ve fazlıyla şöhret-şiâr bir zâte hiç de yakışır şeylerden değildir.
M . Er n e s t R e n a n ’m böyle cehl-i sırf’tan mütevellid tevehhümât ile mâlâmâl bir hutbe iradiyle istihsâl edebildiği yegâne netice, bize kalırsa, kendisinin e d y â n aleyhindeki g a y z ı ’na, İslâmiyet’e gösterdiği h ü c u m 1 a r ile de, ne kadar mürrikin ise o kadar â d î ve m ü s t e k r e h bir Ijurhân-ı nevin -ikame eylemekten ilbâret kalmıştır! Böyle bir netice ile â l e m - i 1 s 1 â m i y e t üzş- rinde hâsıl edebildiği te’şîr ise, bütün âsâr-ı ceihâlet ve garezini şu risâle’de birer birer gösterdiğim bu zavallı A k a d e m i h o c a s ı ’mn vukufsuzluğuna karşı »bir istilbkar-ı anîf ile mukabele etmekten başka birşey olamaz!
62 ’ RENAN MÜDÂFAANÂMESt
L Ü G A T L E R
L Û G A T L E R
AÂFERİdE, Yaratılmış, Ferd-
-i âferîde, Yaradılmış İçimse. ■' ... ^ 1
AĞRÂZ, Garazlar.AGREB, Çok garib.AHRÂR, Hür olanlar, libe
raller. Ahrârâne, , Hür o* lanlara yakışırcasma.
AK AB, Ard. Akabinde, der- akab, hemen. /
AKAİD, Akideler, îtıkadlar. ÂL, Hânedân, evlât. Âl-i
Abbâs, Abbâs ailesi, Abbâs evlâdı, yâni Abbâsîler.
ALÂ - KADERFL - İMKÂN, İmkânı mertebesinde.
ALÂ-MELEİ’N-NÂ S, Herkesin yanında, gözü 'önünde.
ALLÂME, Büyük âlim.* AMA, Körlük, gözsüz lük.
‘Amâ-yı cehâlet, Cehâlet körlüğü. s x
A^MÂİt, , Ameller, işleç, hareketler./■> * * - - ANIF, Sert, katı, huşûnetlı
A'SÂR, Asırlar, yüz yıllar. ÂSÂY|Ş, Sulh ve /sükûn,
emniyet. , (ASİRÜ’L-İSTÎ^ÂL, Kulla
nılması güç.
ASR-I EVVl£L, Hic et’in bi- rinci asrı.
AVÂLİM, Âlemler dünyâ- lar. ' ' ’ 1
B ,/V X ' ' - ' I : • itBAZICE, Oyuncak, Râzîce-i ■ elfâz, Lâfızlarım oyuncağı/ kelimeoyuncağı7
BEDÂHET, Bedîhîlik, isb*ta ' lüzum olmayacak kadar açıklık. 1
BEDÎHİYAT, Meydanda, a- çık - delil ve isbata muhtaç olmayan - şeyler.
BENI>, Mekale, fıkra, bahis, BENİ, Oğullar. Benî Âdeım,
Âdem oğulları. Beni Ü- meyye, Umeyye oğulları, yâni Emevıler.
BERÂHÎN, Burhanlar, deliller, belgeler. f' ' V '
BERAT, Ferman, vesika, belge. ,
BERİ, Kurtulmuş, sâlim.BER - VECH-Î MATLÜB,
Matlûb veçhile, istenildiği gibi. /
BEZL, Esirgemiyerek vermek, sarf etmek, ibzal et- mek.
Bİ-EYYİ-HÂLİN, Herhâlde, elbette, mutlaka.
66 a û g a t l e r ;
RÎg Ân E, Yabancı, 'alâkasız./BİLÂ, Sız (selb edatı). A-
rabça kelimelerin başına' gelir. Farsçsj: kelimelerde
bunun yerine* bî edatı konulur : Bilâ-sebeb : Sebeib- siz. ; .
RİYHÛDE-PÛYÂNE, Beyhude yere seğirtircesine,
" BURHAN, Delil, isbat, belge.
BUTLÂN, Bâtıllık, yanlışlık.; C
CAMİ (OLMAK), Toplamış ‘ olmak, cennetmiş olmalı
CÂ, CAY, Yer, mahal. Câ-yı suâl, Suâl, sorgu yeri.
CEM4 (ETMEK), Toplamak.CERH (ETMEK), Yarala
mak. (Mecâzen) tenkîd etmek, yanlışlarını çıkarmak.
CEVAZ, Câiz olmak, câiz* görülmek.
■/ / Ç '
ÇERÂĞ, Fitil, mum, kandil,.. ışık. .V • ■ * B. ' -DAĞDAĞA, Iztırab, telâş,
rahatsızlık.DÂHİYE, İddia.DELÂİL, Deliller, burhan
lar, belgeler.
DERS-İ ‘ÂM, Umûma mahsus ders.
DİL-RÜBÂ, Gönül kapıcı.DİYÂNET, Din, dindarlık,,
dinin hükümlerine tama- miyle riâyet etmek.
D^N, Alt, aşağı. Dûnunda kalmak, Aşağısında kalmak.
DÛR-BÎN, TJzağı gören,DÜNBÂLE, Kuyruk.
, E ■ '
E‘ÂZIM, Büyükler.EBLEH, Alık, abdal Eblehi
ne, Alıkçasına, abds lca sına. ■ }*
sEBNÂ, Oğullar. Ebnâ-yı cin- simiz, Cinsimizin oğulları» yâni insanlar?.
ECZÂ, Cüz’ler, parçsllar.EDVÂR, \Devirler, zamanlar/EDYÂN, Dinler. %EFKÂR, Fikirler. Efkâr-ı ce
dide, Yeni fikirler..EHÂDÎS, Hadîsler, Peygam-
ber’in Söylediği sözler. ^EHL-İ KİTAB, Allah tara- ; fından gönderilen ve Kü-
tiib-i Semayîyye denilen ^itaplara inanan insanlara ve kavimlere verilen iste^ Mûseviler’e ve Hır stiyan- lar’a ehl-i kitab denir.
L&GATLER V
EKABİR, Büyükler: EKARİB, Yakınlar, akrabâ-
lar.EKÂZİB, %lan^ar.EL SİNE, Lisanlar, diller. ELSİNE-İ SELÂSE, Üç lisan
yâni Tiirkçe, Arapça, Fars- i ça’nın üçünü ifâde eden .■''-bir tâbirdir.ENBİYÂ7 Nebiler, peygam
berler.ENCÜMEN-f DÂNİŞ, Bilgi
derneği foânâsma gelen bu tâbiri, K e m a 1 ve son rakiler4 academie karşılığı olarak kullanmışlardır. İlk kelime Arabça, İkincisi’ Farsça’dır.
ERBÂB-I KALEM, Kalem sâhibleri, muharrirler.
ES*AB, En zor, en güç. Es*- ab-ı umûr, İşlerin en zoru, eri gücü.
ESHÂB, Sâhibler. Eshâb-ı hükümet, Hükümet sâhib-
, leri, hükümet başında bu- lunanlar Eshâb-ı kirâm, Peygamberimizi görüp tanımak şerefine nâil olan
Müslümanlar ki, bunlara Sahâbe derler.
EŞR®fp,JDaha şerif,yâhi, daha şerefli.
ETFÂL, TıfFlar, çocuklar.EVÂMİB, Emirler.— T
EVKAT, Vakitler, zamanlar.*EYYÂM, Günler. Yevm’in
cem‘i. Eyyâm-ı omr, Öm- , rün günleri. s
• C FFÂNİ, Fenâ bulûcu. Bâki’nin
zıddı, ölümlü.FARA2İYYÂT, Faraziyeler.FELEK-İ SEVÂBİT, Sâbite-1 \lerin feleği, gokü (eski
kozmografya ıstılahların* dandır).
FEftÂGAT (ETMEK), Fâriğ olmak, vazgeçmek.
FESAD.I ÎTİKAD, İükadda bozukluk olmak.
FESÂHAT, Sözün, veya yazının kusursuz, düzgün, doğru olması. Fesâhat-i beyan: İfâdenin kusursuzluğu, düzgünlüğü, doğruluğu.
FEVÂİD, Faydalar.FIKDAN, Yokluk.FIKH, İslâm hukuku.■FÜNÛN, Fenler. K e a 1
bu kelimeyi muhtelif yerlerde Fransızca Science, yâni i 1 i m mürâdifi o- lârak kullanmıştır. •;
i g ;GAYR-I VÂZIH , VuzuhfiU*,
karışık, mübhem.
68 LÜGATLER
GAYZ, Fazla hiddet, fazla/ , kin ve nefret.
GAZÂ, Allah yoluna, din yo- luna yapılan harb.
GILZET, Kalınlık, kabalık.GİRİZGÂH, Bir. maksada
, girmeden Önce yapılan mukaddime, asıl mevzua götüren başlangıç. Kelime, gürizgâh şeklinde de oku nur. ,
GULÂT, Kaynayıcı mânâs w na olan, Arapça gâlî’niıı cem’i olup, herhangi mez- hebde olursa olsufı i f - r â t a s a p a n l a r demektir.
GÜZÂR (ETMEK), Geçmek.H
HAFÂYÂ, Sırlar, gizli olan şeyler.
HÂİL, Mâni‘ olan, iki şey arasına giren.
' HAKÂYIK, Hakikatler.HAKÂYIK-CÛ, Hakikatleri
arayan. Hakâyik-ciıyâne, ^Hakikatleri ararcasma. Bi-
\ rinci kelime Arapça, İkincisi Farsça’dır.
HÂL-İ VUKÛF, Tevakkuf hâli, durma MİL '
HÂMİSEN, Beşipci olarak.HASBÎ, Bir menfaat karşılı
ğı olmayarak, Allat rızası için.
HÂŞÂ - MİNE’T - TEŞBİH,Benzetmekten korkulur, daha doğrusu, benzetilmez tmânâsmadır. Hâşâ, t e n z i h .edatıdır.
HATÎÂT, Hatâlar, yanlışlar^HÂTİME, Sön.HAVÂ S, Hassalar* husûsiyet
ler; haslar. Bu kelime eskiden avam karşılığı olarak; kullanılırdı.
HAVASS-I BÂTINA, Maddi ve zahirî olmayan, mânevi hasseler. Arap harfleri ile basılan metinde sad ile o- larak yazılmışsa da, doğrusu sin ile olacaktır.
HIFFET, Hafiflik, ciddî olmamak.
HILÂF* Zıd, ters, aksı.HİKEMİYYE, Hikmete, fel
sefeye âit. Hikemiyyât, Hikmetler, felsefî bilgiler.
HİKMET, K e m a l bu kelimeyi hemen umumiyetle felsefe yerine kullanmakta, meselâ Arab felse-
* fesi yerine Arab hikmeti dfemektedii\
HİKMET-FÜRUŞ, Hikmet satan, feylesofluk satan. Hikmet-fürûşâne, Hikmet satan şarlatanlara lâyık surette. İkinci kelime Farsça’dır.
HİRRE, Kedi.
LÜGATLER 69
HOD-NÜMÂ, Kendini gösteren, benlik satşn. Hod-nü-
mâyâne, Kendini gösterir-: cesine.HOD-SER, Kendi başına. gı-
d.şh, inatçı Hod-serâne, I- nadçılara yakışırcasma.
HOŞ-ÂMEDÎ, «Hoş geldin» demektir. Merâsim-i hoş- âmedî, Karşılama merâsi- mi.
HÜDÛS (ETMEK), Hâdis olmak, vukûa gelmek, meydana çıkmak.
HÜKEMÂ, Hakimler, feylesoflar.
HtJLEFÂ, Halîfeler, Hulefâ- yı Abbâsiyye, Abbasî halîfeleri, Abbâsî hükümdâr- lar*. .
HİJN-HÂR, Kan dökücü, kan içici. Hûnhârâne, Kan dökücülere, zâlimlere yakışır bir sûrette.
HUŞUNET, Sertlik, haşinlik.HUTBE, K e m a 1 bu ke-
lımeyi konferans karşılığı olarak kullatıiyor.
HÜKÛMÂT, Hükümetler.'- ■ .' x •'
IİBRÂZ (ETMEK), Göster-
nıek .İHÂTA (EVTMEK), Kuşat-. mak/ kuşatılmak. Mecazen,
Bir mes’eleyi anlamak,
kavramşk. İhâta-i külliy-ye, Bir jrnes’leyi tamamıy- le bilip anlamış olmak.
İHRAK (ETMEK), Yakmak.İHRÂZ (ETMEK), Elde et-
mek, kazanmak.fyÂHİYYÂT, Din ilimleri,
teoloji.İLGÂ (ETMEK), Ortadan
kaldırmak, yoketmek, ni- hâyet vermek.
İLKÂ (ETMEK), Bırakmak, atmak, vermek.
İL1H-İ İCMÂLI/ İcmâlî ilim, toplu, kısa bilgi. Bunun' zıdduıa ilm-i tafsili denir.
İLTİBAS, Bir ibir ine pek benzeyen şeylerin yekdi- ğerinden ayırdedilmesi hususunda hâsıl olan şüphe ve tereddüd.
İLTİZÂM I MÂLÂYELZEM, Lüzumsuz bir şey e karışma, lâzım olmayan bir işle uğraşmak.
İLZÂM (ETMEK), Sustur-' mak; münakaşada karşısındakine haksızlığını itiraf ettirmek. İlzâm-ı hasm, Hasmı susturmak.
İMÂLE, Bir tarafa eğme, yatırma, meylettirme' Edebiyatta, kısa okunması lâzım gelen harekenin vezne' Uydurulmak için uzatılması. İmâlemi nigâh, Göz çş-
f t virmel|, göz çevirme.
LÜGATLER
«tttDtfÂV Def olma, çekilip İStİMÂMETMEK) D ışsak, dinlemek. '* ^ t* gitme.
r MİSÂL (ETMEK), Ayrılmak, çekilmek, azledilmek.
İNŞÂ (ETTİRMEK), Yaptır- ' mak, bina ettirmek.
İRÂS-I HASAR (ETMEK), Zarar vermek, zarar getirmek.
İRTİDÂD, Müslüman iken, dinini bırakıp başka bir dini kabûî- etmek. Böyle hareket edenlere mürted derler.
İRTİFÂ* (ALMAK), Güneşin ve şâir yıldızların ufuksan
e derece yüksek bulun- uklarım husûsî âletler
vasıtasıyle tâyin etmek,İRTİHÂL .(ETMEK), Ölmek,
bu dünyadan öteki dünyaya göçmek.
İSTΑÂB (ETTİRMEK), Sığdırmak, sıkıştırmak,
İSTİÂNE (ETMEK), Yardım istemek.
İSTİĞRÂB (ETMEK), Gar:fo görmek. - v
İSTİHZÂR^ Hazırlamak, hazırlama.
İSTİKMÂL, Tamamlamak, kemale erdirmek, noksansız hâle getirmek.
İSTİLZÂM, Lâzım saymak, ıcab etmek. *
İSTİNBÂÎ, EŞirşeyflen 'bir mânâ, bir hüküm, bir ne-i tice çıkarmak.
İŞ‘ÂL (ETMEK),* Yakmak, parlatmak, şû‘lelendirmek.
İTHÂjVI (ETMEK), Töhmet yâni suç isnad etmek.
İTMFNAN, Emniyet, kanaat;İTTİBÂ' (ETMEK), Tâbi4 ol
mak, riâyet etmek, uymak.İTTİSÂL, Vâsıl olmak, var
mak, bitişmek.İZHÂR (ETMEK), Meydana. Koymak, göstermek, belli
etmek. İzhar-ı acz (etmek) : Aczini göstermek,aczini belli etmek•. * $
KKABÂİL, Kabileler, aşiret
ler, oymaklar.KABİLİYYÂT, Kabiliyyet-
•ler, istîdadlar.KADÎ’L-KÜDÂT, Kadılar
kadısı, baş kadı.KÂFİL, Kefâlet edici.KAİL, Söyleyen. |KATF, Kesici, kesip atıcı,4
kat‘î olan.KAVÂİD-İ RÂSIH^Ai Kat ı,
sâbit değişmez kaideleKAVL, Söz. Mecâzen : tFikir,
mütâlea, rey. /Kavl-i mü-
liÛGÂTLER
cerî>ea : Hiçbir delile da-yanmayan söz, fikir, iddia.
JMlZİYYE, İş, dâvâ; maıitık- ' ta doğruluğuna veya yan
lışlığına ihtvmâl olan söz. KESR (ETMEK), Kırmak. KIYÂM (ETMEK), Kalk-
mak; isyâp. etmek. miTÂS (ETMEK), Mukaye- t se etnatek, karşılaştırmak. -KÜTÜB, Kitaplar. Kütüb-i
semâvîyye, Islâm îtika- duıa göre Allah tarafından gönderileli kitablar
'' LXETÂİ^ I^âtifeler; lâtif, gü
zel şeyler.3LEVH, Düz sahife. Levh-i
takılîr, Allah’ın evvelce insanlara mukadder ettıgı şeylerin, üzermde yazılmış olduğu levha.—'V M '
IMAÂRİF, K e m a 1 bu kelimeyi, bugün i l i m diye tercüme ettiğimiz la Science karşılığı olarak kullanıyor.
ÎVIAHALL.İ TÂ'RÎZ, İtiraz edecek yer.
"MAHREM, Gizli, yakın. 3VIAHREMİYYET, Gizlilik,
yakınlık, çok fazla samimîlik. ’
MAHSÛR, Çevrilmiş, muhasara edilmiş.
MÂIL (OLMAK), , Meyletmek, bir tarafa, bir fikre karşı temâyül duymak.
MA‘KULÂT-PERVER, Aklauygun şeyleri besleyen, büyüten, himâye eden 1 - kinci kelime Farsça’dır.
MÂLÂMÂL, Dopdolu, mâlî,memlu.
MARİFET, Bilmek, bilgi. Eskiden ekseriya ilim kelimesiyle beraber kullanılırdı : İlm-ü marifet. Bu kullanılışa göre hüner, san’at gibi mânâlar da ifâde eder.
MASÛN (KALMAK), Ko- runmuş, sakınılmış kal-. mak. i
MA‘TÜH, Bunak, bunamış,,M^ÂSİR, Güzel eserler, İşl
ler, hişâneler, yâdigârlar. (Bunun müfredi olan me - sere kelimesi OsmanlIca*?» *da kullanılmamıştır).
MEBÂDÎ, Mebde’ler, başlan* gıçlar, ilk devirler. Meb&- d -ı tahsil, Tahsilin başlangıçları.
MERÂHIS, Mebhasler, fa sil-'f lar, bölümler,
MEBDE*, Başlangıç.
m LÜGATLER:
MECÂLİS, Meclisler.ME’CÛR (OLMAKj), Eeir,
yâni sevaba kazanmak, mü-# kâfat kazanmak.
MEDÂR, Vesiyle, sebep Me- dâr-ı ta‘rîz, Ta‘riz, tenkıd, hücum vesilesi, sebebi.
^MEFKUD, Mevcudün zıddı, 4 olmayan, bulunmayan]MEHÂM, Mühimin cem’i.
ehemmiyetli işler, büyük işler. \
MEHÂR, Yular, hayyanm yuları. '
1 MEHÂSİN, Güzellikler; me- câzen: İylUkler.
ME’HAZ, Alman yer, srnen- ba‘, kaynak. 7
MEHB, Beşik.MEKAL, Söz, lâkırdı, kelâm.MEKSÛR, Kesbedilmiş, ka
zanılmış, elde edilmiş. Meksûbât-ı fikriyye : Fikir sabâsında elde edilmiş olan bilgiler.
MELÂİK, Melekler.„ ME’LÛF (OLMAK), Ülfet
etmiş, alışmış olmak.MENİ4, Sarp, güç, el erişmez,
varılmaz. Menimi - vusul, Varılması, erişilmesi güç.
MENSÛH, Artık hükmü kalmamışa Bu tâbir, dinler hakkında kullanılır. Meselâ Müslümanlairfa göre
Mûsevîlik, ^İsevîlik, hak;- dinleridir; lâkin İslâm dinfı ortaya çıktıktan sonra, onu lar mensûh olmuşlardır , yâni hükümleri kalmamıştır.
MERCİ* Müracâat edılecekı şey, yer.
MERVÎ, Hıvâyet edilen. ıMEŞÂÎ, Çalışmalar. ^
• MESÂİB, Musibetler, belâlar.
MESÂİL, Mes’eleler. ‘MESDÛD, Sed edilmiş, ka
patılmış, kapalı.MEŞREB, Tabiat, âdet. K e —
m a 1 bu kelimeyi Fransızca le caractere karşılığa olarak kullanmıştır. .
MEŞRÛ*, Şeriate, kanuna uygun; doğra, haklı.
METRÛK, Terkedilmiş, bırakılmış.
MEVÂNF, Mânialar, meto‘- edici şeyler. Mevâni‘-i itilâf, Uyuşmayı men^edem şeyler.
MEVKUF’ ÜN -ALEYH, Ü -zerin.de durulmuş, tevak- kuf edilmiş olan. Birşey" kendisine bağlı, mütevakkıf olan. {
ME^RÛS, Miras kalmış.MEVZÛ-İ BAHS X(ETMEK>
Bahse mevzu etmek, bahsetmek. N
3LÛGATLER '• 4 ' ■r-*. • f ^
MEZÂHİB, Mezhebleir. *\' MEZHEB, Yol, meslek; lâlâm
<îininin içinde meydana çıkan muhtelif hukukî ve
' itikadî mesleklerden her- biri.
MİLEL, killetler. MÜÂHAZE, Tenkid. Bizim
bugün umûmiyetle t e n - ' k i d diye tercüme etti
ğimiz Fransızca critique kelimesine karşılık olarak K e m a 1 ve arkadaşları bu kelimeyi kullanırlar-
n |dı. ' ; ■ ?,.MUAMELÂT, Muâmeleler.
Istılah olarak : Fıkh’ın, insanlar arasındaki muamelelerden bahseden kısmı.
MÜÂTEB, İtab edilmiş, tekdir edilmiş, Azarlanmış. •'
MUHAKKAK, Hakîr görülü müş, tahkir edilmiş.
MÜHALLED, Yaşayan, mahvolmayan. „•
MUHAMMEDİ, Muhammed’i ' peygamber olarak tanıyan;
Muhammed’e mensub* ‘ MUHÂTARA, Tehlike.\ • ' ■ " MUHİB, Mahabbeti, sevgisi
olan.MUKARRİB, Yakm olan, ya
kın bulunan. V .MUSÂRAAT (ETMEK ), A-
cele etmek, koşmak.
' ■ f : ■ i V > * , I •MUSİBET-RESÂN, Musibet
getiren, musibet ulaştıran, ikinci kelime Farsça’dır.
MÛTEKADÂT, îtikad olu- nan, inanılan şeyler., Bir dinin mû‘tekâdâtl İ O dine mensup olanların inandıkları şeyler, akaid.
MU‘TÎ, Fta edici, verici^ Mu*tî-i hakîkî, Asıl vericir yâni Allah.
MÜBÂLÂT, Dikkat etmek, îtina etmek. Dinî emirlere riâyet etmiyenlere, ehemmiyet vermeyenlere ıniu bâlâtsız derler.
MÜBAŞERET (ETMEK), Bir \işe başlamak.
MÜBÂYENET, Ayrılık, başkalık, fark, zıddiyet.
MÜCÂZ, Câiz, cevaz veril-” miş. x ! , '■,
MÜCERRED, Tecrid edilmiş^ ayrılmış, soyulmuş. Sırfr sâde, yalnız. Bekâr mânâsına da gelir.
MÜDDEÂ, İddia olunan şey.MÜESSES, Te’sis edilmiş*.*
kurulmuş. ' ’ l?jHÜFTEKIR, Muhtaç.MÜLÂZEMET (ETJVffiK),,
Birinin maiyyetinde, hikmetinde, ' meclisinde lunmak. , C
*WtİMtt TE'ZEM, İltizam edilen, j istenilen.İMÜLÛK-İ TAVÂİF, Yahut
tavâif-i Mülûk, Abbâsiler zayıfladıktan sonra, A b basî halîfesine şeklen tâbi
. olan İslâm hükümdârları ve onların kurdukları devletler. s
MÜNÂKEHÂT, Fıkh’ın evlenmeye âid m es’el eler d en bahseden kısmı.
MÜN£ARA, Bir meselenin karşılıklı münâkaşa edil-
ı mesiy* Eskiler, bjı türlü mübâhase ve münâkaşalarda iki tarafın riâyet etmesi lâzım gelen usûl ve kaideleri tesbrt ederek, buna Fenn-i Münâzara, adını vermişlerdi.
3VIÜNRAİS, Inbias eden, ileri gelen, meydana gelen,
MÜNKİR, İnkâr eden. Burada, A 1 1 a h ’ ı inkâr eden mânâsında Fransızca athe karşılığı olarak kullanılmıştır. <
MÜNT^KİL, İntikal eden, gelen, kalan.
JHÜNTEHÂ, Son, gaye. »İjin- tehâ-yı derecât, Derecele- rîn sollu, gayesi. ■
ŞfÜRTEKİB, İrtik^b eden; ; günah işpte en; rüşvet alan.
Mürtekib-i kebâir, Büyük günahlar işleyen.
l,tG$TLİaş|
MÜSRET, Sâbit, isbat edıI-J miş, şübût bulmuş. Son z a manlarda felsefe ıstılahı < olarak positif karşılığında' kullanılmaktadır.
MÜŞAHHAS, Şahıs hâline getirilmiş, şahıslandın!* mış, tecessüm ettirilmiş.
MÜŞRİK, Bir Allah’a şerik koşan, birçok Tanrı’ larâ inanan, puta tapan.
MÜTEÂREF, Bilinen, mâlûm olan. Ulûm-ı müteârefe, perkesce bilinen ilimler.
MÜTEBERRÎ, Teberrî, eden, berî olan, kurtulan, yüz çeviren, vazgeçen.
MÜTEGALLİRE, Hakkı olmadığı hâlde, zorla, kılıç
. kuvvetiyle bir mevki* kazanmış plan.
MÜTEHADDİS, Hudûs eden, tçhaddüs eden, meydana çıkan.
MÜTEHALLÎ, Süslenmiş,bezenmiş.
MÜVEKKEL, Vekil olan." " N '
NAH VE T, Kibir, Azameti Nahvet-kârâne. Kibirlice- sine, azametlıcesıne,
NAKARAT, Daımâ tekrarlanan şey. Şarkı ve türkülerin muhtelif parçaları arakada tekerrür eden kısımlara da nakarât derler.
ktfGİTLER
NAKÎSA,' Eksiklik, noksan.NAKLİ YY AT, Nakiller, Baş-
ka yerlerden alınarak ya- zilan veya söylpnen şeyler CBu mânâda dİRıa ziyade menkûlât kelimesi kullanılırdı).
^TASRÂNÎ, Hıristiyan.«NASRÂNİYYET, Hırisft'yan-
NÂZENÎN, Nazlı, sevgili, hoşV edalı, zai|if, ince. \NEOEJET, Azlık, az olma, nâ
dir olma.'• NEFtÜS, Söğme, lânet, bed-
duâ.. NEVjN, Yeni.NEYL, Nâil olma, maksada
erme.NİFAK, İki yüzlülük, mü-
nâfıklık; din hulûsunda ri-... . 7 ^ .
ya göstermek. "küKABÂ, Nakîbler. Bir
âm'r tarafından herhangi- bır işe me’mur edilen vekile nakîfo derler. Bir Cemaatin başında bulunan kâhyalara 1 da nakîb de- hir.
NÜK ÛIı, (ETMEK), Geri dönmek, kaçınmak.
NUMÂ, Görünen, gösteren. Hod-numâ, Kendini g^ste-
V ' ı"*\\ K t '
’ V ' PTERESTİŞ (ETMEK), Tap
mak, fevkalâde saygı ve sevgi göstermek. ; 4 ,
PÎŞ, Ön. Pîş i nazar, Göz Ö- nü.
■ ■ ^ ,
PİŞVA, Önde giden, önayak olan öncülük eden. v
' : ■ ■ ’ ■RRÂBİAN, Dördüncü olarak,*
RâMy Dördüncü J \ "RA‘N|Â, Güzel, lâtif, hoş. /y- EÂ3IH, Rüsuhlu, sağlam,
kuvvetlir:metîn. REGtJLİYYİEt, Erkeklik. . REtSÜ'L-VÖKELÂ, "Vekil
lerin reisi, ibaşvekil. REVNAK, Parlaklık, RÛHÂNÎ, Ruha, mâneviya- yata, dine âit. Din adamı
mânâsına da geliri Kuv~ ve-i rühâniyye, Manevî kuvvet; din adamlarının hırist'yanlıkta kilise teş-> kilâtının - kuvveti.
RÜHBÂN, Rahibler, papas- lar. -r
RÜCHÂN, Üstünlük. j RÜSÛH, Sağlamlık, kuvvet
lilik.- " ' S ;
SABÂVET, Çocuklufe SÂBİAN, Yedinci’ olarak.
i
SADE-DİL, Sâf, herşeye kanan. Sade-dilane, Saflara, her &pye kananlara, ahmaklara yakışırcasına.
ŞÂDİSEN, Altıncı olarak,SADME, Çarpma; darbe.ŞÂHİB-İŞTİHÂR, Şöhret sâ-
hibi, tahınımış, mârûf.ŞAHÎHAN, âahih olarak,
doğru olarak. Hakikaten yerine K e m a 1 hemen dâima bunu kullanır.
SÂİŞA-İ ÎTİKAD, îtikad sevkı, îcabı. v
SÂİL, Savlet edici, saldırıcı. Def‘-i sâil, Saldırıcıyı def4
etime. y ;SALAVÂT-I HAMS, Beş va
kitte kılına/ı namazlar.SALİHÎN, Sâlihler. îtikad ve
amelce her hareketleri dine uygun olan adamlar.
SÂLİSEN, Üçüncü olarak. Sâlis, Üçüncü.
SANEM, Put.SÂNİYEN, İkinci olarak.- Sârii, İkinci.SAVÂÖ, Doğru, isabetli, mu-
sîb. ;SELEF, Yerine geçilen adam.
Bizden evvel gelen. Cem'i, Eslâf. Mâmâfih s e l e f kelimesi de cemi mânâsında, yâni evvel gelenler mânâsında kullanılır.
SEMTÜ’R-RE’S, Semânınbaş üstünde görünen kısr mı (Zenith) S \ ‘ '
76 LÜGATLER;»,, ■' "S
SERÂİR, Sırlar, gizli olafe" şeyler.
SERGÜZEŞT, Baştan geçen hâllşr, macera.
SERÎRE, Sır.SERMÂXE-İ BAHS, Bahiri
sermâyesi, mevzû, ilk ke- | lime Farsça, İkincisi Arab- ] ça’dır. f , 5
SERVER, Reis, ulu, ileri ge- i len. Server-i eshâb-ı hayati ; Hayât sâhiblerinife serverii ;
SFTR TMEK), Örtmek,/ gizlemek, saklamak.
SEV ÂB, Günahın zıdd^SEYYİE, Fenâlık, kötülük.
Bunun cem‘i olan seyyiât dalıa çok kullanılır. \
SIFÂT-I MÜMEYYİZE, Tem- yiz >eden; ayıran, sıfatlar,} vasıflar; herhangibir şeye veya bir şahsa hususiyetini ve şahsiyetini yeren şeyler, t karakteristik.
SÛ.İ ÎTİKAD, Köti , bâtıl- îtikad.
SÜLÜK (ETMEK), Yol tut- „ mak, bir mesleke girmek.
SUNÛF, Sınıflar.SÜÛBET, Zorluk, güçlük.
' .. ' ş . :ŞÂİBE-DÂR, Şâlbeli, ltekeli, 1- kusurlu. İkinci kelime-
J^arsça’dir.i ŞEYÂTİN, Şeytanlar.
İÛGATLER
§ÖHRET-ŞİÂR,^eş]^ûr, mâ • rûf, .tanınmış. Şiâr, âde^ tabiai, bir şeyin başlıca vâsfı (demektir.
ŞURTA, Eski İslâm devletlerinde zabıta, emniyet, po-
•? Üs teşkilâtına verilen isinC• Bu teşkilâtın başında bu
lunanlara sâhib-i şurta denirdi.
.■ T ;TÂADDİYAT, Taaddıler, zu
lümler, tecavüzler 7 4
TA'DÂD (ETMEK) . Saymak.TAFBİİ, (ETMEK), Birgeyi
başkalarından üstün görmek. .
TAHLİYE,' Süslemek, donatmak , tezyin etmek (bilhassa, manevî mâhiyette şfeylerle). Tahliye-i nefs, Nefsi, fendini süslemek (mânevi şeylerle; ilimle, faziletle, vfs.).
TAHMİL (ETMEK), Yüklemek.
TAHRİF, Bozmak, değiştirmek; T
TAKLÎL (ETMEK), A^alt ■ mak. ;
TÂ'ftİİK, 3>erinleştirme, de-I rinleştirmek.TA'RÎB, Arapçalaştırmak. A-
rablar, yabancı kelimeleri kendi dillerinin ahengi- iıe uydutarak, onları asıl
; Arabça kelimeler gibi tas
rif ederler. Buna ta‘rîb derler. |
TÂ^ÎZÂT, Târîzler, hüc#fn- lar. " |
TECRÎD-İ NEFS, 'Nefsini, şahsını, şahsî fikir ve hislerinden ayırmak.
TEDÂVÜL (ETMEK), Ellerde dolaşmak, dillerde dolaşmak.
TEDVİN (ETMEK), Divân şekline sokmak., Yâni bir ilme âit mes’eleleri muntazam bir şekilde bir kitab hâlinde toplamak.
TEEHHÜL (ETMEK), Ev-, lenımek. /
TEGAYYÜR (ETMEK), De- : ■. ğişmek. ,■ ■■ / -TAĞYİR (ETMEK), Değiş
tirmek.TEHARHÎ (ETMEK), Araş
tırmak.TEKARftÜB (ETMEK), Yak-
laşmak. «TEKARRÜR (ETMEK), Ka
rarlaşmak, yerleşmek. TELÂFİ-İ MÂFÂT, Elden gi
den şeyi tekrar elde etmek.'
TELEZZÜZ (ETMEK), Lezzet almak, zevk bulmak. İ-
TELKÎH (ETMEK), Aşılamak. /. • . '
TENFİR (ETMEK); Nefret;ettirmdk. ‘
TENKİS (ETMEK), Azalt-'* 'mak. ; ' I
78 LÛGATLlÜR^
TERAKKÎ-ŞİKEN, Terak- , kîyi kıran. İkinci kelime'
Bşrsça’dııj.TERBİ YET-! Terbiye, ;* TERETTÜB (ETMEK),, Te-
allûk etmek, âit olmak hprhangîbir şeyin neticesi
Volârâk hâsıl olmak. TERVİÖ (ETMEK), Revaç
vermek, kabul etmefe. TESÂLLÜT (ETMEK), Mu
sallat olmak.TESALTÜN, Saltanat kur
mak, saltanat sürmek.. TEŞÂVÎ, ]\£üsavi olmak. TEVÂFÜK^ (ETMEK), Uyr s mak, uygun gelmek. TEVÂGGUL (ETMEK), Faz
la meşgûl olmak, fazla uğraşmak.
TEVDİ* (ETMEK), r Emânet vermek, vermek.-
TEVHÎD-İ BÂRİ, Allahım birliği.
TURUK, Tarîlçler, yollar. Turuk-ı mütenevvia, muhtelif, türlü türlü yollar.
TÜRREÖÂT, Saçmalar.U
UKUBÂT, Fıkııhın, insanlara , hareketlerinden doftayı ve
rilecek cezâlardaii bahse* den kısmı.
UliÛM, İlimler^UMRÂN, Mâmûrluk.İĞMtK, tşler. }■UZEMÂ, Büyükler.
V ..1V&HİD, Tek, bir.VAHY, Allah'ın peygamber
lere pıânevî bir vâsıta* ile » bildirdiği envrler.
VÂRESTE, Iht'yaç olmayan. Vâreste-i izahtır ki, izaha ihtiyaç yoktur ki.
VÂSİ*, Ğeniş, vüsami. VESÂİT, Vâsıtalar.VESÂYET. Vasilik., $y^ZİR-İ Â‘ZAM, En büyük*
vezir, başvekil. VÜCÛB/Lüzum, zarûret, yâ- }
cib olma, iktiza etme.• Y .
: . - % r A
YED, El. Yeıd-i kudret, Kudret eli. , /
: • z ZÂHİB (OLMAK), (Herham-
g bir mes’el6de) bin yol tutup gitmek, bir fikri ka**'4 bul etmek. / ı
ZÂİL (OLMAK), Oradan* kalkmak. £
ZIC, Yıldızlar m hareketlerini gösteren astronomi (bey* et) cedvelleri. ^
ZINDIK, Dinsiz, ımânsi2 . ZIYÂS Kaybolma, zayi* oL.
ma, mahvolma.ZUHR, Öğle vakti, zevâl
zamanı.